24 Nisan 2009 Cuma

"HAYATINIZDA DİNİ DEĞER TAŞIYAN ŞEY NEDİR?" - "MOTOSİKLETE BİNMEK"


en bayıldığım oyunculardan ewan mcgregor ile inanç, özgürlük ve sinizm hakkında alman süddeutsche zeitung gazetesinin ekindeki röportajı çevirdim. ben okurken keyif aldım, sizin de beğeneceğinizi biliyorum.. (röp: max fellmann)

sayın mcgregor yakında sizi yeni filminizde rahip olarak izleyeceğiz. dan brown'un romanı "illuminati"den uyarlanan film, kilisenin şiddet dolu iktidarını büyük bir vatikan eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor.

film sadece katolik kilisenin yapısını eleştirmiyor; aynı zamanda iktidarı ele geçiren insanların bu iktidarı nasıl suistimal ettiklerini de konu alıyor.

vatikan roma'da peter meydanında çekim yapilmasına izin vermedi diye biliyorum. hatta dan brown'un ilk uyarlaması "sakrileg" vizyona girdiğinde, filmi boykot etmenin yapılacak asgari şey olduğu söylenmişti.
vatikan'da gerçek problemlerle ilgilenseler daha iyi olacak. papa'nın günümüzde yaptıklarıyla kıyaslanınca bir film nedir ki? adam katalolik kiliseye kendisi zarar veriyor zaten.
birçok katolik ise sizin gibi düşünmüyor.
rica ederim, doğum kontrolü ile ilgili yorumları, prezervatifin afrika'daki AIDS meselesini güçlendirdiği yolundaki abzürd iddialarına ne demeli. üstelik binlerce çocuk afrika'da HIV yüzünden ailelerini kaybederken, o gözünü kırpmadan böyle açıklamalar yapıyor. insan böyle şeyleri uluorta konuşarak kileseye daha çok zarar vermez de ne yapar sorarım size?

dindar mısınız?

insanların dine olan düşkünlüklerini anlayabiliyorum. dinden güç almalarını da. sanırım ben dine teorik olarak yakın olup,herhangi bir dini kendi inancım yapmayı beceremem.

hayatınızda dini değer taşayan nedir peki?

motosiklet kullanmak.

hatta bunun üzerine kitaplar yazdınız. birkaç kelimeyle bu tutkunuzu anlatabilir misiniz? yani dininizi biraz açar mısınız?

sadece şu kadarını söyleyebilirim. gerçekten motosikletle uzun bir yolculuğa çıktıysanız ki benim en uzun yolculuğum üç ay sürdü. bir arkadaşımla londra'dan new york'a kadar gittik. sonra rusya'dan, kanada'ya, oradan ABD'ye geçtik, o zaman şöyle bir noktaya geliyorsunuz, sabahın köründe dünyanın bir ucunda bir çadırda uyanıyor, çizmelerinizi giyip tekrar yola koyuluyorsunuz. günbegün bu ritme alışıyorsunuz. her şey netleşiyor hayatınızda. sadece temel meselelerle ilgileniyorsunuz. benzine, suya, biraz yemeğe ihtiyacınız oluyor, o kadar.
gayet eski kafa bir romantizmden bahsediyorsunuz.
zamansız romantizm. böyle bir seyahatte ne başka bir işiniz ne de sorumluluğunuz oluyor. günlük hayatta asla içinde olmayacağınız bir durum. bir an için tekrar oğlan çocuğu olma durumu.
iş yok, sorumluluk yok; sanki kaçıyormuşsunuz gibi geliyor kulağa.
olabilir ama öyle değil. iki çocukluk hayallerimden birisi oyuncu olmak, diğeri ise motosiktel sahibi olmaktı, ne yapayım.
motosiklete binerek oğlan çocuğu oluyorsunuz, oyuncu olarak her filmde başka birine dönüşüyorsunuz. iki büyük tutkunuzun farklı kimliklere bürünmekle ilgili olduğunun farkında mısınız?
bir tek fark var: filmde her şey parça parça - önce saatlerce ışık üzerinde çalışılıyor. sonra iki cümle sarfediyorsunuz. sonra kamera devreye giriyor, sonra bir cümle daha geliyor, sürekli rolünüzün dışına çıkartılıyorsunuz. oysa motosiklete bindiğiniz zaman günlerce, haftalarca aynı durum içinde oluyorsunuz. bir fark daha var: filmde suni bir gerçek yaratıyorsunuz. motosiklet kullanırken, berrak ve minimize edilmiş bir gerçeği yaşıyorsunuz.
eğer oyunculuk çocukluk hayaliniz idiyse o zaman "star wars"daki obi-wan kenobi rolüyle aslında her şeyi elde etmiş sayılırsınız.
hem de nasıl, deli bir şeydi. bu insanın başına hayatında bir kere gelebilir...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

super:),
ela