26 Kasım 2008 Çarşamba

EDREM, fransızcada "s..tir" demek ama tersten okuyunca..







çocukken, mesela on yaşındayken defterlerinizin sağına soluna karaladığınız şeyleri hatırlıyor musunuz? ödev yapmaktansa ya da ders dinlemektense çiziktirdiniz bitti değil mi. halbuki çiziktirmeye devam etseydiniz, belki de bugün onlar bir yere varırdı, kim bilir kitap olurdu, en azından çiziminiz kuvvetlenirdi. artık çok geç. bordeax'lu sanat kolektifinden edrem'den 3 adam çizmeye devam etti ve bu konu kapandı. onlar kazandılar. işte okul defterlerine hapsolmamış, genişlemiş, taa buralara kadar sesini duyurmuş işlerden bazıları. buyurun, içinizde ukteyle bakın!! http://edrem.blogspot.com

24 Kasım 2008 Pazartesi

7. kıta ve gitmek..


bazı filmleri yürek çarpıntısıyla seyretmişimdir; bazılarını tebessümle, bazıları sarmaz hiç; bazılarının sonu en başından bellidir.. haneke'nin herhangi bir filmini seyretmeye koyulmadan, baştan yeniktir herkes. dokunduğu yer hepimizin çok iyi bildiği yerdir; her şeyin "intizamlı" olduğu, dibi boyladığımız günlük hayatımızın ta kendisidir.. bazen alkole boğuluruz, bazen kırmızıda geçeriz, özel günler yaratıp, orada "izinsiz" sınırlara gireriz. birkaç gün idare ederiz bu malzemeyle ama aslında gidememişizdir. mavi yolculuk mavi değildir, bahçede yetişen domatesin tadı kaçmıştır, kış gelir, yaz biter, sonra gene kış gelir, gene ambalajlar açılır, ambalajlar atılır, yeni araba alınır, yeni bir eve geçilir, ikinci çocuk planlanır, büyük olana bir köpek alınır, çocukların resimleri buzdolabını süsler, ilk dişi kutlanır, porselenler çıkarılır, şampanyalar içilir, arabalar yıkanır, yeni arabalar alınır.. "7. kıta" gitmeyi seçen, dünyayı terkeden anne, baba ve kız çocuklarının filmi. film, avrupa'da niçin yaşamak istemediğimi bir kez daha hatırlattı bana..

19 Kasım 2008 Çarşamba

galeri splendid bu akşam açılıyor!!


daracım bir de splendid ekibinin fotolarını göndermiş. akşam ben orada olacağım. www.galerisplendid.com

17 Kasım 2008 Pazartesi

biraz takıntı haline geldi ama..


gerçekten özeller. geçtiğimiz cumartesi gecesi paris zenith'deki konserlerine, ilk parçalarını kaçırarak gittiğimizde, salona girer girmez sardılar beni. nerede olduğumu unuttum müziklerini dinlerken. daha sonra karin'le de konuşurken yaptıklarının müzik olmadığını söyledik. her parçalarında içinizde, cok diplerde olan acınıza dokunuyorlar çünkü. tabii ki müzik yapıyorlar ama sadece müzik değil. karin, "söz mü önemli, müzik mi derler ya, adamlar şarkılarını bilmediğimiz, anlamadığımız bir lisanda söylüyorlar ama anlatıyorlar işte" dedi. çok doğru. evet, "weltschmerz" denen şeyi, yani dünyanın acısını hissediyorsunuz dinlerken. aslında insanı hatırlatıyorlar. insan olmayı ya da.. o günden beri çok fazla zihnimdeler. geçer tabi, günlük hayat uçaktan indiğimde bıraktığım gibi karşıladı zaten. ama bu seyahate katılmam için bana ısrar eden arkadaşlarıma, özellikle de aslıcım sana çok teşekkür ederim. unutulmazdı, her şey!

12 Kasım 2008 Çarşamba

haftaya görüşürüz..


bu hafta bu kadar.. paris ve sigur ros, bekle geliyorum:)

11 Kasım 2008 Salı

eşarpsız asla!






eşarp bağlamak da bir nevi sanat. paolo roversi'nin hermes (sonbahar/kış 2008) için çektiği fotoğraflara bakınca anlarsınız.

10 Kasım 2008 Pazartesi

şemsiye altında müzik!



gene japonlar düşünmüş! ilk bakışta şirin ama kağıttan ve bambo'dan yapıldığı için yağmurlu havada korur mu diye düşündürüyor elbette. "oto-shigure" adındaki bu şemsiye görünümlü nesnenin asıl işlevi, yağmur altında yürürken müzik yayını yapması. şimdilik satışta olmayan bu protip yakında üretime giriyor ve 100 dolara satılacağı tahmin ediliyor.

not just a label



2007'de kurulan ve kısa bir süre önce "launch" edilen "not just a label" moda sektörünün oyuncularına kendilerini online olarak sunma olanağı tanıyor. londra temelli bu platform, bilgi, lookbook ve video'ların paylaşılabildiği önemli bir site: www.notjustalabel.com

"la revolte des mannequins"



mankenden oyuncu olur mu tartışmasına fransa'dan bir cevap var. spektaküler tiyatro aksiyonlarıyla dünyanın tüm şehir merkezlerinde insanları şaşırtmayı başaran fransız 'compagnie de luxe' tiyatrosu, 'la revolte des mannequins' ile şu aralar beriln'deki meşhur alışveriş merkezi KaDeWe'nin vitrinlerini mesken tutuyor. 11 vitrinde şefkat, aşk, korku, kıskançlık ve intikam gibi insana dair hikayeler anlatılıyor.. ben bayıldım. hele ki giderek gözden düşen sanat dalı olarak tiyatronun girdiği arayış adına pek sevindim. bu ekibi o aptal ayakkabı-inek enstelasyonları yapanlar çağırsın, ne bileyim, akmerkez'in vitrinleri işe yarasın.. larevoltedesmannequins.blogspot.com

8 Kasım 2008 Cumartesi

the samurai creed - iyi haftasonu herkese:))))))


I have no parents; I make the Heavens and the Earth my parents.
I have no home; I make the Tan T'ien my home.
I have no divine power; I make honesty my Divine Power.
I have no means; I make Docility my means.
I have no magic power; I make personality my Magic Power.
I have neither life nor death; I make A Um my Life and Death.

I have no body; I make Stoicism my Body.
I have no eyes; I make The Flash of Lightning my eyes.
I have no ears; I make Sensibility my Ears.
I have no limbs; I make Promptitude my Limbs.
I have no laws; I make Self-Protection my Laws.
I have no strategy; I make the Right to Kill and the Right to Restore Life my Strategy.
I have no designs; I make Seizing the Opportunity by the Forelock my Designs.
I have no miracles; I make Righteous Laws my Miracle.
I have no principles; I make Adaptability to all circumstances my Principle.
I have no tactics; I make Emptiness and Fullness my Tactics.

I have no talent; I make Ready Wit my Talent.
I have no friends; I make my Mind my Friend.
I have no enemy; I make Incautiousness my Enemy.
I have no armour; I make Benevolence my Armour.
I have no castle; I make Immovable Mind my Castle.
I have no sword; I make No Mind my Sword.

7 Kasım 2008 Cuma

bu kadının işlerine bayıldım: linzie hunter







lettering insanı, harikulade illüstratör linzie hunter son keşfim. web sayfasına muhakkak girip bakın. secret weapon kitabından bazı işleri yukarıdakiler.. http://www.linziehunter.co.uk

5 Kasım 2008 Çarşamba

something worth keeping


ben sollee'nin bugün çıkan yeni EP'sinin adı bu. ben dinledim, bildiğim ve sevdiğim sound yeni tınılarla, yeni sözlerle..

malcolm mclaren köklerine döndü..




malcolm mclaren en başta öğrendiğini gene yapmaya başladı: sanat. vivienne westwood ile bondage modasını ve sex pistols'ı yaratan mclaren "shallow 1-21" isimli video çalışmasıyla gene gündemde. 60'lı ve 70'li yılların b filmlerini yoğurup, yavaşlatıp altına cut-up soundtrack yerleştiren sanatçı psiko terör ve reklam filmi arasında bir iş çıkarmış ortaya. şu anda bu iş berlin'de scheiblermitte'de malcolm mclaren - musical paintings adı altında 13 aralık'a kadar sergileniyor. röportajı 2de1'in yeni sayısında yer alacak..

ilogic sound hat ile müzikli ısınmalar..


önümüz kış. hem kulaklar ısınsın, hem de müzik aksın demek kolay. müzik manyağı olanlar bu işin bazen çok da pratik olmadığını bilirler. işte çözüm: ilogic sound hat.. ben bayıldım ve kime hediye edeceğimi de biliyorum:)

4 Kasım 2008 Salı

portfolyo: timur celikdag





en sevdiğim moda fotoğrafçılarından timur çelikdağ'ın portfolyosunu incelerken gözüme çarpan işlerden biri yukarıdaki çekim oldu. insan halleri isimli bir dergi yazısına eşlik eden bu fotoğraflar arasında 'tutkunun esansı olarak ter' başlıklı bir resimaltı yazısı var. ölüm gibi, insanla ilgili bire bir ne olduğunun bilgisini veriyor deniyor. şöyle devam ediyor yazı: hareket ettiğimizde, ter yaşama uyanır ve tüm bedenimizi bir sis mantosu gibi sarar ve serinletir. o olmadan vücut ısımız her saat bir derece daha artar ve ölüme sürükler. fazlası ise ıslak ve serin bir odada olma hissi verir, bağışıkılık sistemi çöker, enfeksiyon başlar. yaşamın sırrı tam da ortada bir yerde olduğu için, yaklaşık 37 derecede yani, ter itici olduğu kadar çekicidir de.. neyse, bu küçük info'dan sonra timur'un yeni portfolyosuna bir göz atın, muazzam!!

iyi niyet lanetlemeleri ya da saadet zinciri böyle olmaz!


ofise geliyorsunuz, bilgisayarınızı açıyorsunuz. kayda değer bir mail var mı diye bakarken bir arkadaşınızın (bu çok sevdiğiniz bir arkadaşınız da olabilir, normalde o arkadaşınızdan mail almıyor olabilirsiniz, hatta mailleşmek gibi bir adetiniz bile yoktur mesela) mailini görüyorsunuz. okuduğunuz şeyin önce şiir olduğunu düşünüyorsunuz, derken şiirin tonunun değiştiğini, sonunda da siz lanetlenmeden derhal bu önce şiir gibi başlayan sonra bir nevi allah belanı verecek diyen mailden kurtulmanız, 15 kişiye daha göndermenizi (onların da asaplarını bozmanızı) öğütlediğini farkediyorsunuz.. şimdi bu nedir? madem başıma iyi bir şey gelsin istiyorsun, bırak, ben buna sevineyim. başkalarına da göndermem gerekiyorsa, bunun için beni öldürme, harcama ya da tehdit etme.. böyle bir mailin onca insana gitmesi, insanların da amanin başıma kötü bir şey gelmesin, hemen kurtulayım diye başkalarına göndermesinden ne hayır gelir sorarım ilgili kişilere!!!! bu arada tabii ki bu bin yıllık bir konu da, bununla ilgili yazmak bugüne kısmetmiş.:)

3 Kasım 2008 Pazartesi

dergi yerine t-shirt verelim!!


eski sayılarda da yazmıştık; t-post diye bir şey var. www.t-post.se'ye girip abone oluyorsunuz. üç hafta sonra üyelik sayınız elinize ulaşıyor. ancak bu sayı dergi olarak değil, t-shirt olarak geliyor. ve de her altı haftada bir yeni "sayı" ekleniyor. "sayı" başına 26 euro gibi de bir fiyatı var. çok mu lazım? belki değil ama gerçekten orijinal ve eğlenceli nesneler. en azından bir sitelerine girip bakın, esinlenin falan filan..

TÜYAP İstanbul Sanat Fuarı'na gitmek için bir neden mi arıyorsunuz?




çok uzak, doğru. taa büyükçekmece'de. ben de henüz gitmedim. hatta 2'debir olarak katıldığımız bread & butter berlin'den sonra bu memlekette fuar muar yapılmıyor, adam kandırıyorlar diye düşündüm ve de düşünmeye devam ediyorum. ancak bazen fuar organizasyonunu eleştirdiğim ama işlerini göremediğim için hayıflandığım sanatçılar da olmuyor değil.. tüyap'taki sanat fuarı'na türkiye'den ve dünyadan bağımsız sanatçı ve gruplar katılıyor. örneğin koridoor çağdaş sanat programı kapsamında düzenlenen "sınırsız" sergisine 34 ülkeden 214 sanatçı katılıyor. mesela buto dansından etkilenerek hazırladığı performansıyla japon dans sanatçısı yumino seki'yi görmek lazım. ya da gene japon olan eizo sakata'nın sergiyi gezen ziyaretçilerin dudak izlerini alarak yapacağı interaktif müzikli ve danslı performansı ilginç olabilir.. hem gitmişken eşzamanlı süren kitap fuarı'na uğranır, fena olmaz bence. 9 kasım'a kadar da müddet var! bilgi için www.istanbulsanatfuari.com.tr

2 Kasım 2008 Pazar

sosyal içerikli moda çekimi






belki de iyi yönünden bakmak lazım. düşünsenize, yakında dünyanın neresine gidersek gidelim, yanımızdan mayolarımızı eksik etmeyeceğiz. alman süddeutsche zeitung magazin son sayısında yeni iklim şartlarına ayarlı bir moda çekimi gerçekleştirmiş. fotoğraflara bakarken küçük aydınlatmalar boynumun borcu: iklim araştırmacılarına göre önümüzdeki eylül'de kuzey kutbunda güneşlenmek mümkün olacak.. meksika'da 10 yıl sonra deniz sıcaklığı 30 dereceye ulaşacak. sudan çıkanlara da hortum ve sel servisi var.. berlin'i severiz ama berlin için de iklimciler 2100 için daimi sicaklık öngörüyor. yağmur duası turizmi için şimdiden girişimcilere duyurmak isterim. zira bugün palermo'da nasıl yağmur yağmıyorsa, berlin'de de o kadar yağmayacak.. deniz sevyesi 2050'ye kadar 25 santim daha artacak. kosta brava hala varken hemen uçak bileti alınsın.. hee bir de şu var, modellerin giysileri jil sander, sonia rykiel ve chanel & other special effects.. iyi pazarlar :) (bir erol alkan gecesinden sonra bunları yazıyorum ya, helal olsun valla!!)

1 Kasım 2008 Cumartesi

İNSAN HALİ 1



trafikte gidiyorsunuz. bir hayli sıkışık trafikte. tam yol ayırımında önünüzdeki araba, onun önündeki arabaya klakson çalıyor. yol sıkışık, ilerlesin diye çalıyor herhalde diye düşünürken, öyle olmadığını farkediyorsunuz. öndeki arabanın şöförünün sizin önünüzdeki arabanın şöförünün bir ahbabı (ya da babası, ninesi, amacası) olduğunu anlıyorsunuz. sonrası malumsa, ben oynamıyorum. çünkü durum şu: önünüzdeki araba sadece trafiği bloke etmekle kalmayıp, ahbabını gördüğü için ne kadar sevindiğini anlatmak için içi içine sığmıyor ve yanına gidip, onunla kucaklaşıp, lafa dalıyor. hilafsız beş dakika.. belli ki bu insancıkların telefonları yok, koskoca şehirde kaybolmuşlar, tesadüfler de olmasa eş dost göremeyecekler diye düşünebilirsiniz. ama altlarındaki hayvan kadar arabalarıyla birbirlerini ziyaret edebilir, olmadı bir yerlerde buluşabilirler gibi şeyler geçiyor aklımdan. bir başka boyut da şu: insan nasılsa görüştüğü bir başka insanı beklemediği bir yerde gördüğü zaman neden bu kadar heyecanlanır? nedir? nedir? nedir?.. iyi haftasonları diliyorum herkese:)))

bir tavsiye: erich fromm'un "sevme sanatı"nı (belki yeniden) okumak..


erich fromm'un 1956'da yazdığı sevme sanatı adlı eserini (kimileri için tekrar) okumaya ve anlamaya bugünlerde çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. ne okusam, nasıl bir kitaba başlasam diye sıkıntısı olanlara öneririm. birkaç alıntı belki heveslendirici olabilir:

(...)Büyük çoğunluk sevme sorununu, sevmek'ten kişinin kendi sevme yetisinden çok, sevilme sorunu olarak görür. Bu yüzden onlar için önemli olan nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevimli olabilecekleridir. Bu amaca ulaşmak için çeşitli yollara başvururlar. Özellikle erkeklerin yeğlediği yollardan biri, başarılı olmak, yaşadığı toplum içinde büyük ölçüde güç ve para elde etmektir. Kadınların seçtiği bir yol da, vücuduna, giyimine bakarak alımlı olmaya çalışmaktır. Kadınlarla erkeklerde ortak olan bir başka göze girme yolu, hoş davranışlar edinmek, ilgi çekici bir biçimde konuşabilmek, yardımsever, alçak gönüllü olmak ve kimseyi incitmemektir. İnsanın sevimli olmak için yaptıklarının çoğu başarılı olmak, “dost edinmek ve başkalarını etkilemek” için yaptıkları ile aynıdır. Aslına bakarsak bizim ekinimizdeki birçok insanın sevimli olmaktan anladığı, herkesin hoşuna gitmekle albenisi olmak arasında bir şeydir.(...)

(...) Kadınla erkek arasındaki sevgide kadın da, erkek de yeniden doğar.

(...)Sevgide iki varlığın bir olması, gene de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri ikilemi gerçekleşir.

(...) O denli üstüne düşmesi çocuğunu çok sevdiğinden değil, onu sevememesini gizlemek istemesindendir.

(...) Bu açıdan bakılırsa insanın kattığı anlam dışında yaşamın hiç bir anlamı yoktur; insan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.

(...)Başka birisine kendime yetemediğim için bağlanıyorsam, karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir belki ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz. Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.

Sevgi bir etkinliktir; edilgen bir olay değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir; Sevgi vermektir, almak değildir.

(...) Sevgiden vazgeçilemeyeceğine göre, sevgi konusundaki başarısızlığı yenmenin bir tek yolu kalıyor: Önce başarısızlığın nedenlerini incelemek; sonra da sevginin ne olduğunu anlamaya çalışmak.

(...) sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir.

(...) Olgun sevgi, “Seni sevdiğim için sana gereksinmem var” der.

Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek insanı seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, birlikte -yaşamaya bağlılık ya da yaygınlaştırılmış bir bencilliktir.

(...) Başka birisine “Seni seviyorum” diyebilirsem, “sende herkesi seviyorum, seninle bütün evreni seviyorum, sende kendimi seviyorum” diyebilmem gerekir.

(...) Birisini sevmek yalnız güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır, bir yargıdır, bir söz vermedir. Sevgi yalnızca duygudan oluşsaydı birbirine ölünceye dek sevmek için söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eyleme yargı ve karar karışmamışsa o duygunun ölünceye dek süreceğini nasıl bilebiliriz?

Sevgi; iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, dolayısıyla herbirinin de kendisini varlığının özünden tanıması durumunda doğabilir ancak. İnsan gerçekliği de, canlılığı da, sevgisinin temeli de işte bu “özden tanıma” yaşantısında yatar. Böyle yaşanan sevgi sürekli bir meydan okumadır; bir dinlenme yeri değil, tersine, birlikte oluşma, büyüme ve çalışmadır; uyum ya da çatışma, neşe ya da üzüntü olup olmaması bile önemsizdir artık; temel gerçek şudur: İki insan birbirlerini varlıklarının özünden tanırlar, kendilerinden kaçmak şöyle dursun, kendilerini buldukları için bir olurlar. Sevginin varolduğuna bir tek kanıt vardır ancak; bağlılığın derinliği, seven kimselerin canlılığı ve güçlülüğü; Budur sevginin bulunduğunu gösteren meyve.