29 Temmuz 2010 Perşembe

GÜNÜN MÜZİĞİ: MATTHEW DEAR - BLACK CİTY



ohhh be, matthew dear albümü sonunda geliyor. black city bu yazı daha güzel yapacak, inanın bana.. albümde yer alan iki parçayı hemen paylaşmak istedim. tüm parçaları dinlemek ve albümü satın almak için tıklayın.

Matthew Dear - Soil To Seed
Matthew Dear - I Can't Feel

28 Temmuz 2010 Çarşamba

GÜNÜN VIDEOSU: CARIBOU - SUN

CARIBOU - Sun from Caribou on Vimeo.



güneşe tapanlar için nefissss bir caribou videosu!

23 Temmuz 2010 Cuma

BİR ALBÜM ÖNERİSİ: JASMINE


burada paylaştığım bütün parçalar benim sevdiğim, dinlediğim ya da yeni keşfedip hayran olduğum parçalar. çoğunlukla indie ve elektronik müziği sevdiğim aşikar olsa da belli başlı müzisyenlerin yeri büyüktür benim için. keith jarrett de öyle. yıllar önce canlı olarak dinlediğimde çok etkilenmiş, "köln concert" albümünü dönüp dolaşıp hep dinlemişimdir. hala öyle.. az önce mail kutuma düşen bültende keith jarrett ve charlie haden’ı 33 yıl sonra yeniden bir araya getiren ‘jasmine’ albümünün türkiye'de de satışta olduğunu öğrendim. bu albüm aynı zamanda keith jarrett’in 12 yıl aradan sonra stüdyoda kaydettiği ilk albüm. ikili albümle ilgili, “bu, birbirimizin yerine konulabilecek kimseyi kabul etmediğimiz hayatlarımızın adanmışlığını kurtarmak adına, herhangi bir hazırlık olmaksızın yapılmış spontan bir müziktir” demiş. sekiz klasik amerikan parçası üstüne bir piyano-bas keşfi olan jasmine, konsepti kadar, ikilinin dialoğunu yansıtan armonik nüansları açısından da derin anlamları olan bir albüm. phil johnson’ın independent on sunday’de belirttiği gibi, ‘bu yıl sadece bir albüm alacaksanız o da jasmine olmalı!’... (www.akmuzik.com.tr)

22 Temmuz 2010 Perşembe

GÜNÜN MÜZİĞİ: BON IVER - RE: STACKS (TOMAS BARFOD REMIX)


Bon Iver - Re: Stacks (Tomas Barfod Remix)

GÜMÜŞLÜK BANA RESİMALTI III


hayattayken değerlendirilmesi gereken ne çok şey var diye düşündü. görülmesi gereken milyonlarca şehir, kasaba; okunması gereken binlerce eser, tadılması gereken sayısız lezzet; yaşanması gereken duygular.. çok özel bir insanı tanımak, onunla dost olmak, bu dostuluğun bir ömür süreceğini bilebilmenin yeri ise apayrıydı.. insanın insandan yana duyduğu ümitsizliği bir nebze olsun unutturabilen bir dostla, bir yaz gününün güzelliğini aynı hafiflikte veya derinlikte hissedebilmenin zevki ise tarifsizdi.. (fotoların devamı için tıklayın!)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

GÜMÜŞLÜK BANA RESİMALTI II


saatlerce lavantaları seyretti. rüzgar uzun dallarını bir oraya bir buraya savuruyordu.. yan bahçenin diğer çiçekleri vakur ve asil halini kıskanmış olacaktı ki kırmızı çiçek açan çığırtkan bitkisini aralarına salmıştı.. oysa lavantaların uzaktan gelen müziğin ritmine uyarcasına, her eğilip bükülmesiyle az ötedeki sarı açan çiçeğe yaklaşmak istediklerine yemin edebilirdi.. müzik isveçli komşusundan geliyordu; sezen aksu'nun "sarı odaları"nı bir isveçli neden dinlerdi ki; "ben senin hayatından gittim oğlum/hadi yerime koy birini koyabilirsen/ben senin hayatından gittim oğlum/ hadi dur o sarı odalarda durabilirsen/ ben sen sen diye bittim oğlum/ hadi bakalım unut unutabilirsen/ ben seni yudum yudum içtim oğlum / hadi ol eskisi gibi olabilirsen diye süren sözlerden bir şey anlıyor muydu thomas, lars veya anna?. günün ortasında uzaktan gelen ezan sesi gibiydi. rahatsız olmamıştı, üstelik beğenmişti de.. yine de bütün gün dinlediği 'beirut'un sesini sonuna kadar açmaya karar verdi..

Beirut - Postcards from İtaly

GÜMÜŞLÜK BANA RESİMALTI I


tamamen sahip olunduğunda yitip gidenleri düşününce, zaman zaman bahçeden gördüğü manzarayı evin içinden seyretmeyi yeğliyordu.. sanki böylece gördüklerini daha uzun süre koruyabilecek, güne başlamanın neşesi hiç bitmeyecekti.. yanılgılar ve yanılsamalar evreninin tuzaklarına en azından bir süreliğine karşı koyabilecekti..

GÜMÜŞLÜK, BİR DELİ RÜZGAR..


şehirden kaçışın telaşı yerini yeni burçlara, yeni coğrafyalara alışmaya ve bir tür dinginliğe bıraktı.. huzurun ayı tutan tepelerin yamacında, gümüşi parlayan denizin kıyısında olduğunu biliyordum.. 23 yıl önce ilk adımımı attığım gümüşlük, benim baktığım yerden aynı kalarak, her zaman kucak açmış, zıvanadan çıkmış duygu ve düşüncelerimin yatıştığı yegane yer olmuştur.. burayı seçip, burada yaşayan eski bir dostumla yaptığım uzun gece sohbeti boyunca hakikatin nasıl da kendi yarattığımızdan öte bir şey olmadığını bir kez daha farketmek, hafızamdan silinen onca eski hatıranın, onun içtiği kahverengi içkiden yudumlarken teker teker canlanması, dostumun benim varoluş sebebimi o ince çocuksu gülüşüyle, naif bir bilgelikle bir çırpıda yorumlaması, içkiden mi, sohbetten mi pek anlaşılmayan, giderek büyüyen ayın şahitliğinde geçirdiğimiz saatlerin doyumsuzluğu, şehri büsbütün uzaklaştırdı..

13 Temmuz 2010 Salı

SUN.DAY.SKY TÜM TAZELİĞİYLE YİNE GELİYOR..


ancak ben bu sefer de yakalayamıyorum.. geçen sene de öyle oldu; garip ve sinir bir durum.. ama gidecek olanlar kendilerini iki gün boyunca sere serpe yayılacakları miskin, aynı zamanda da enerjik bir haftasonuna hazırlasınlar... bu festivalde her şey yan yana gelebir. yani güzel olduğunuz kadar küstah, yumuşak olduğunuz kadar hesaplı, içten olduğunuz kadar dıştan olmanız serbest..:)))

12 Temmuz 2010 Pazartesi

CONTENT Mİ DEDİNİZ?


yıl 2005.. nisan ayı. 2'debir'in ilk sayısı bayilerde.. pek memunum, pek bir heyecanlıyım.. güzel tepkiler, harika, yorumlar etc.. ancak markalar bir türlü anlamıyor, dergiyi konumlandıramıyorlar.. dergi biraz rahatsız, content'i biraz tuhaf! :)))).. 5 yıl önce tuhaf olan, şu anda 2'debir'in baktığı yerden bakıp, content'ini neredeyse sadece fotoğrafla sınırlayıp, nereden baktığını büyük ebatlarla gösteriyor.. onu anlayan markaları da yanına alarak.. isimler, yaşam tarzları, duruşlar, "bizden" görüntüler... bakılası, insan elinin ve ruhunun geçtiği, elle tutulabilen, elbette masalarda, sehpalarda şık duracak da bir dergi "9".. türkiye'de zamanlama denen şey ayarı şaşmış, sürprizli, anlık, bir günden diğerine değişebilen bir olgu.. eline sağlık barış ve 9 dergisine eli değmiş tüm insanların..

GÜNÜN MÜZİĞİ: MISSTRESS BARBARA- DANCE ME TO THE END OF LOVE


geçen seneye ait misstress barbara'nın (miss ve stress anlamında okunmasını seviyor bu italyan kökenli kanadalı dj ablamız) bayıldığım leonard cohen parçasına yaptığı remix'i seversin bence.. ruhumuz 70'ler olsa da günün müziğinde varyasyonlara tapıyoruz, o ayrı..

Misstress - Dance Me To The End Of Love

GÜNÜN FOTOĞRAFI: SWIMMING POOL



itiraf ediyorum, ben 60'lar ve 70'ler ruhunu seviyorum.. ve de 1968'de romy schneider ve alain delon'u buluşturan film "swimming pool" bugüne çok yakışıyor..

EĞER COOL DEĞİLSEN GİT ÖL!


evet, hoşlansak da hoşlanmasak durum bu. sanatla iştigal edenler, yaratıcı bünyeler zamanı yakalamak zorunda. önereceğim bu kitabı da. hemen edinmeli "uncool" olmadan.. :) phaidon'un çıkardığı "creamier" 10 uluslararası (iyi koku alan) küratörün seçtiği 100 öne çıkan sanatçının işlerini tanıtıyor. "passe" olmadan almalı..

3 Temmuz 2010 Cumartesi

MODANIN SANATTAN, SANATIN MODADAN KURTULUŞU YOK


alman bağımsız gazete taz'a göre, 80'ler pop'un, 90'lar, rave ve politikanın, 2000'lerin ilk on yılı sanat ve modanın, 10'lar ise 7 temmuz'da başlayacak olan bread & butter''cılara göre sanatsal moda veya modasal sanatın dönemi olacakmış. pardon ama ben 2004'te 2'debir'e başlarken bunu söylüyordum zaten. (merak etmeyin, ego patlaması olmaz bende:)))(foto: "art stars"polo jeans co) (via taz/spex)

GOOGLE EARTH YOKKEN BALON VARDI


ne olursa olsun global olsun istiyoruz ya, dünyada milletin evine, bahçesine bakmak da google earth marifetiyle çocuk oyuncağı zaten... 100 yıl önce olay farklıymış tabi. yine birileri merak etmiş her yere tepeden bakmayı. üstelik laf olsun diye değil, sanat için, fotoğraf aşkı için. 30 kiloluk kamerelar, objektifler, bilimum ekipmanlarla balonla yükselip artistik fotoğraflar çekmiş isviçre kökenli eduard spelterini.

TAVIRSA TAVIR; NORVEÇ "SALAK" İSVEÇLİ'YE 'EVE DÖN' DİYOR


dökük bir duvarın üstünde dev bir yazıyla "parti isveç'i, eve dön yazıyor. parasını oslo'nun her yerinde dükkan ve magaza açarak ve partileyerek harcayan isveçli'ye norveçli, daha doğrusu oslo'nun yerlisi ateş püskürüyor. getirdiği H&M, Acne, Cheap Monday, Nudie gibi markalara da gıcık oluyor.. iki ülke arasında aşk-nefret ilişkisi olduğu öteden beri biliniyor. (ahhh, tarih bilgisi, ahh!) bu "complex" ilişkiyi markalaştıran tasarım grubu anti şu anda yarattığı anti sweden markasıyla tasarım manyaklarının gönüllerini fethetmiş durumda. justin barlett gibi sanatçılarla da "colobre" olarak ülkenin karanlık tarafını kutlamaya soyunuyor. isveç jean'inine doğrudan saldırarak kafa tutuyor..(via vice)