30 Nisan 2009 Perşembe

TRICKY 20 HAZİRAN'DA İSTANBUL'DA


hip-hop ve melankoli birleşince ne olur? trip hop olur, bristol sound'u olur, tricky olur. 90'larda trip-hop akımının kurucusu olan tricky'nin melankolik olması için de yeterince sebebi var zaten. çocuk yaşta annesini kaybetti. öyle hastalıktan veya trafik kazasından filan değil. intihar etti annesi. babasını ise hiç tanımadı bile. büyük çıkışını massive attack ile çalıştığı dönem yapan tricky, çok geçmeden kendi yolunda gitti. 1995'de çıkardığı ilk solo albümü annesinin ismini taşıyor: "maxine quaye". çıkar çıkmaz da ortalığı kırdı geçti, malum. trip-hop'un en baba albümü bile denebilir. başarının yan etkisi olan şöhretten hoşlanmayan tricky bu sıkıntısını "for real" isimli parçasında ve daha başka parçalarda da dile getirdi. daha sonra yaptığı albümleri sınıflandırmak biraz zor. daha deneysel, daha kişiseller. ilk albümün başarısını yakalayabildikleri de söylenemez. tricky 90'larda alanis morisette gibi, red hot chili peppers gibi büyük çıkışlar yapan müsizyenlerle de çalıştı. derken sağlık sorunları oldu. bazı yiyeceklere aşırı alerjik olan bünyesi bağışıklık sistemini altüst etti, ruh sağılığını da. özel rejimlerle tekrar sağlığına kavuştu. oyunculuğu bile denedi. luc besson'un 5th element'inde oynadı mesela... tricky 20 haziran cumartesi günü "efes pilsen one love festival" kapsamında santralistanbul'un ana sahnesinde olacak. ben de..:))

29 Nisan 2009 Çarşamba

HANAYO'NUN GİZEMLİ OSURUKLARI..


insan web sayfasına "gizemli osuruk evi" adını koyarsa ne düşünürsünüz? ya tam bir delidir ya da acayip hayranlık duyarsınız böyle birine. bence yani. hanayo için ikisi de geçerli. berlin'de takılan sanatçı tayfası onu gayet iyi biliyor. iyi de bize ne diyorsanız, jean paul gaultier hiç de öyle düşünmüyor ve de yeni yüzü ilan ediyor. ayrıca hanayo, merzbow noise isimli müzik grubuyla da çalışıyor. bir de bizim buralarda da pekala takılmışlığı olan cihcks on speed ile de pek bir ahbap hatta yeni çıkacak albümlerine de iştirak etmiş. moda anlayışını ve yeni stilini mutfak bezleriyle bezeyen hanayo geleneksel geto ve karata kids dünyasını sunuyor bize.. dikkat, çokyönlü bir sanatçıyla karşı karşıyasınız..

DAHŞETİN İZLERİ: NORBERT BISKY MUMBAI'DE ÖLÜMÜ GÖRDÜ, ÖLÜMÜ RESİMLEDİ..


sanat, şehir ve ölüm: mumbai'deki terör saldırılarının birinci elden tanıklığını yapan ressam norbert bisky, o zamandan beri başka bir şey düşünmüyor ve bu dehşetin resimlerini yapıyor. "taj-mahal" otelinde teröristlerin saldırısına uğrayan otelin yanıbaşında galericisiyle yemek yerken herşeyi bire bir yaşamış bisky. işte öteden beri işlerini beğendiğim sanatçının yaptığı resimlerden (maalesef sadece) biri:

26 Nisan 2009 Pazar

HE'S JUST NOT THAT İNTO YOU


pazar akşamı sinamayı tercih edenler olarak, tam da günün haleti ruhiyesine uygun bir filme gittik:"he's just not that into you".bir bakıma 'kadınlar ne ister, erkekler ne anlar" filmi. sex and the city'nin açtığı yoldan giden gişe garantili bir romantik komedi. seyirlik, evet seyirlik, komik, eğlenceli, sabun köpüğü. amerikalıların insanları ancak evililkte mutlu görme arzusunu doyasıya yerine getiren, ihaneti insanı yalnız bırakarak cezalandıran filmler kategorisinde, "hiper ahlakçı" tutumuyla benden 100 puan aldı diyebilirim.. filmde ilişkilere dair cevap arayanlar, daha ziyade teenager'ler, başları göğe ermiş olarak salonu terkedebilirler mesela. bunun dışında kadınlar bildiğimiz kadınlar, erkekler bidiğimiz erkekler ve güneşin altında yeni bir şey yok. sonsuz seçeneklerin var olduğu yanılgısayla kadın da, erkek de bir ömrü hayat yaparken ya seviyor ya da sevmiyor, ya aldatıyor ya da üzüyor, ya seviniyor ya da acıtıyor, ya acıyor ya da kırılıyor, ya kaçıyor ya da geliyor... not: filmin en şahane cümlesi ilişki arayışını internette yaşayan ve oradan bulduğu bir erkeğin ilgisine açıklık getiren drew barrymore'dan geliyor: "he myspaced me". :)))))

25 Nisan 2009 Cumartesi

CUMARTESİ SOHBETLERİ VOL.11- TOLGA AKYILDIZ/GAZETECİ/YAZAR


tolga'yla ilk görüşte ruhdaşlıkdı bizimkisi.. ben free-lance gazeteciyim, o ise doğan grubunun dergi kanadının kaptanlarından. birkaç derginin yayın diröktörü ama max dergisi onun için de benim için de özel, çok özel.. elle dergisinin arka sayfasında ilişkiler üzerine yazıyorum. bir de ayın röportajlarını yapıyorum o sıralar ama aklım max'de.. tolga yaz dedi, ben de yazdım. belki de en sivri en ters köşe yazılarım orada yayınlandı.. derken dergi kapandı, ben milliyet cenahlarına geçtim. o ise hürriyet'te kaldı. zaten hürriyet'in köşe yazarıydı. müzik denen hadise ondan sorulurdu, hala da ondan soruluyor.. o da benim gibi bir ikizler insanı olarak, sürekli bir şey üretmesi gereken insanlardan. yetinmeyen, çalışmaktan usanmayan bir insan evladı. sempatik, yeri geldiğinde ısıran ama yaptığı işi sonuna kadar sahiplenen ve iyi yapan ender bulunan kumaşlardan.. memnuniyetle kabul etti tolga röportaj teklifimi. işte aramızda geçen sohbet, yine virgülüne dokunmadan. herkese iyi hafta sonu diliyorum..
12:03Erel
tolgaaaa

12:03Tak
evet canım
12:03Erel
naaber?

12:03Tak
iyi tatlım senden
12:04Erel
iyi iyi, süper.. tolgacım hadi cumartesi sohbetini seninle yapalım..
benim blog için her cumartesi sohbetler oluyor..

12:04Tak
yapalım nası yapıcaz
12:04Erel
2'debir blog
burada yapacağız

12:04Tak
yapalım
12:04Erel
ben de bloga koyacağım
doğal, doğaçlama..

12:05Tak
tamam
12:05Erel
süperrr
seninle en son max dergisi zamanı birlikte çalıştık ve ne kadar uzun zaman oldu, farkında mısın..

12:06Tak
evet yıllar geçti
bu soru mu, başladık mı
ona göre cevap vericem
12:06Erel
evet evet, başladık, sohbet ediyoruz..

12:06Tak
tamam cevap veriyorum
12:07Erel
hahahaha

12:07Tak
çok güzel hatırladığım yıllar... Senin yazılarına da bayılıyordum Max'ta.
12:07Erel
ve de nasıl zekle yazıyordum.. gene öyle yazmak istiyorum ama dergi yapmaktan vakit kalmıyor..aklından olsun ama, değerlendir beni :))
12:08Tak
ben de dergi yapmayı bırakalı çok oldu, artık dergi yaparsam sokakta birşeyler yapmayı düşünüyorum; ters gelecek, can sıkacak birşey,,,
12:09Erel
o kadar iyi anlıyorum ki, ben de plazalardan bıkıp kendi dergimi yaptım, biliyorsun

12:09Tak
seninle iş yapmak her zaman keyifli olur, tabii sen de sokağa çıkarsan
biliyorum biliyorum çok da güzel yaptın
12:09Erel
ben hep sokaktayım, ruhen ve fiziken..

12:09Tak
onu da biliyorum, benim sokağıma gelirsen birdirbir oynarız diyorum
12:10Erel
hemen gelirim sokağına..artık birdirbir mi oynarız ne yaparız bakarız o zaman..

12:10Tak
next
12:11Erel
peki o zaman sen kendini biraz 'ötekileştirme' yolunda mısın, doğru mu anlıyorum?
mass medya'dan öteki medyaya??

12:12Tak
ötekiydim galiba zaten, ondan biraz uzaklaştım. kendimi eskisi gibi mutlu hissetmediğimi fark ettim, gençliğimdeki heyecana, meraka geri dönmek istiyorum. medya mecrası hiç önemli değil.
12:12Erel
ama halihazırda doğan bünyesinde çalışıyorsun, öyle değil mi?

12:13Tak
elbette 9 yıllık hürriyet yazarıyım
kast ettiğim o değil, dergicilik anlamında söyledim
köşe yazarlığı son derece başına buyruk birşey ondan bir şikayetim yok..
12:13Erel
anladım ve de biliyorum tabii ki.. ama dergi işlerini oralarda yapmak dergiciliğıin ruhuna ters gelmiştir oldum olası..

12:14Tak
bu işe çocuk yaşta fotokopi müzik dergileri yaparak başlamış biriyim. benim gibi delilerle yaptığım fotokopi dergilerden bir tanesinin el dağıtımıyla 7000 satışı vardı
o heyecanı yaşamış biri kolay tatmin olamıyor
çok ezbere yapıyorlar artık işi
dergileri yapanlar okuyanlardan daha fazla birşey bilmiyor, önerecek bir hayatları bile yok ki
ben simdiki dergilerin büyük çoğunluğunu yöneten zihniyete inanmıyorum en başta
12:16Erel
kesinlikle.. ve de copyright dergi diye bir şey koydular önümüze, insanların yaratıcılık alanları iyice daraldı.. derginin ismi var, gerisi doldur boşalt mantığında ilerliyor.. öte yandan copyright da olsa, rolling stone'u bile ayakta tutmayı başaramadı bu ülke..
onun da formatı belliydi ama müzik seven, yazan pekçok insan için heyecanlı bir şeydi..

12:17Tak
yazık oldu evet; okuruydum... zaten yıllardır beraber çalıştığım arkadaslarımın yaptığı bir dergiydi
12:18Erel
benim asıl inanamadığım, insanların, özellikle de yayıncıların kendi kontent'lerini yaratamaması..

12:19Tak
o kontentleri yaratacak bir yaşam sürmüyorlar ondan
12:20Erel
haklısın..bu kadar kısırız.. illa dışarıdan bir şey alıp uyarlama kolaycılığı var.. bizde komedyenler bile taklitçilikle varediyorlar kendilerini.. adamın kendisi yok..

12:21Tak
seni tenzih ederim, kendimi etmem :))
12:22Erel
diğer yandan bir bant dergisi var, müzik yayınlarını konuşacak olursak ya da bir roll.. o adamlar ise tam da dediğin gibi, yaşadıkları hayatın içinden konuşuyorlar, buna da samimiyet deniyor kısacası.. reklam veren nezdinde piyasa değeri olmuyor o ayrı..

12:23Tak
iste demin dediğim gibi fanzincilikten gelen biri olarak farklı bir heyecan arıyorum... ancak o zaman yeniden dergi yaparım
ben. yaparsam da reklamveren nezdinde değerli olur.
12:25Erel
vaaayy.. bence de olur.. senin de benim de profesyonel hayat tecrübemiz olduğu için meseleye her yönünden bakabiliyoruz. bu da iyi bir şey.. ve de müzik dergiciliğinde hala büyük fırsatlar olduğunu düşünüyorum.. yıllar sonra orada yollarımız kesişir bak..

12:25Tak
başka dergilerde de olabilir
ayrıca yolumuz da hiç ayrılmadı zaten
12:28Erel
haklısın, bence de hiç ayrılmadı.. sadece biraz uzak düştük birbirimize.. ayrıca insanların piyasa işlerinden sıkıldıkları da ortada, dergi satışlarına bakınca.. kimse yemiyor ve de reklamverenler de dönemin artık "kişisellik" dönemi olduğunun farkında. bu yüzden internet tv'cilği de yakında önemli bir kulvar oluşturacak. insanlar tamamen özel isteklerini doyuran mecralar istiyorlar artık..

12:29Tak
evet, o da projelerim içinde yer alıyor
12:29Erel
benim de..

12:29Tak
orda buluşuruz kestirmeden
cicim benim çıkmam gerek
nası yapsak
daha devam mı
12:30Erel
evet, değil mi..bizim kuşak internet'i tam yakalayamadı aslında ama ben internetin gücüne inanıyorum ve de ilgim daha çok o yönde..

12:31Tak
benim de çok ilgimi çekiyor ve orada işs yapacağımı biliyorum.
12:31Erel
süperr.. çok teşekkürler tolgacım, buluşalım, görüşelim.. öptüm seni çokk..

12:32Tak
tamam tatlım
eksik gedik olursa tamamlarım..
12:32Erel
yoo.. gayet iyi böyle..zaten pek bir yerine dokunmuyorum, özelliği de o zaten röportajların..

12:33Tak
tamam, konusalım arayı açmayalım
12:33Erel
:)

24 Nisan 2009 Cuma

"HAYATINIZDA DİNİ DEĞER TAŞIYAN ŞEY NEDİR?" - "MOTOSİKLETE BİNMEK"


en bayıldığım oyunculardan ewan mcgregor ile inanç, özgürlük ve sinizm hakkında alman süddeutsche zeitung gazetesinin ekindeki röportajı çevirdim. ben okurken keyif aldım, sizin de beğeneceğinizi biliyorum.. (röp: max fellmann)

sayın mcgregor yakında sizi yeni filminizde rahip olarak izleyeceğiz. dan brown'un romanı "illuminati"den uyarlanan film, kilisenin şiddet dolu iktidarını büyük bir vatikan eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor.

film sadece katolik kilisenin yapısını eleştirmiyor; aynı zamanda iktidarı ele geçiren insanların bu iktidarı nasıl suistimal ettiklerini de konu alıyor.

vatikan roma'da peter meydanında çekim yapilmasına izin vermedi diye biliyorum. hatta dan brown'un ilk uyarlaması "sakrileg" vizyona girdiğinde, filmi boykot etmenin yapılacak asgari şey olduğu söylenmişti.
vatikan'da gerçek problemlerle ilgilenseler daha iyi olacak. papa'nın günümüzde yaptıklarıyla kıyaslanınca bir film nedir ki? adam katalolik kiliseye kendisi zarar veriyor zaten.
birçok katolik ise sizin gibi düşünmüyor.
rica ederim, doğum kontrolü ile ilgili yorumları, prezervatifin afrika'daki AIDS meselesini güçlendirdiği yolundaki abzürd iddialarına ne demeli. üstelik binlerce çocuk afrika'da HIV yüzünden ailelerini kaybederken, o gözünü kırpmadan böyle açıklamalar yapıyor. insan böyle şeyleri uluorta konuşarak kileseye daha çok zarar vermez de ne yapar sorarım size?

dindar mısınız?

insanların dine olan düşkünlüklerini anlayabiliyorum. dinden güç almalarını da. sanırım ben dine teorik olarak yakın olup,herhangi bir dini kendi inancım yapmayı beceremem.

hayatınızda dini değer taşayan nedir peki?

motosiklet kullanmak.

hatta bunun üzerine kitaplar yazdınız. birkaç kelimeyle bu tutkunuzu anlatabilir misiniz? yani dininizi biraz açar mısınız?

sadece şu kadarını söyleyebilirim. gerçekten motosikletle uzun bir yolculuğa çıktıysanız ki benim en uzun yolculuğum üç ay sürdü. bir arkadaşımla londra'dan new york'a kadar gittik. sonra rusya'dan, kanada'ya, oradan ABD'ye geçtik, o zaman şöyle bir noktaya geliyorsunuz, sabahın köründe dünyanın bir ucunda bir çadırda uyanıyor, çizmelerinizi giyip tekrar yola koyuluyorsunuz. günbegün bu ritme alışıyorsunuz. her şey netleşiyor hayatınızda. sadece temel meselelerle ilgileniyorsunuz. benzine, suya, biraz yemeğe ihtiyacınız oluyor, o kadar.
gayet eski kafa bir romantizmden bahsediyorsunuz.
zamansız romantizm. böyle bir seyahatte ne başka bir işiniz ne de sorumluluğunuz oluyor. günlük hayatta asla içinde olmayacağınız bir durum. bir an için tekrar oğlan çocuğu olma durumu.
iş yok, sorumluluk yok; sanki kaçıyormuşsunuz gibi geliyor kulağa.
olabilir ama öyle değil. iki çocukluk hayallerimden birisi oyuncu olmak, diğeri ise motosiktel sahibi olmaktı, ne yapayım.
motosiklete binerek oğlan çocuğu oluyorsunuz, oyuncu olarak her filmde başka birine dönüşüyorsunuz. iki büyük tutkunuzun farklı kimliklere bürünmekle ilgili olduğunun farkında mısınız?
bir tek fark var: filmde her şey parça parça - önce saatlerce ışık üzerinde çalışılıyor. sonra iki cümle sarfediyorsunuz. sonra kamera devreye giriyor, sonra bir cümle daha geliyor, sürekli rolünüzün dışına çıkartılıyorsunuz. oysa motosiklete bindiğiniz zaman günlerce, haftalarca aynı durum içinde oluyorsunuz. bir fark daha var: filmde suni bir gerçek yaratıyorsunuz. motosiklet kullanırken, berrak ve minimize edilmiş bir gerçeği yaşıyorsunuz.
eğer oyunculuk çocukluk hayaliniz idiyse o zaman "star wars"daki obi-wan kenobi rolüyle aslında her şeyi elde etmiş sayılırsınız.
hem de nasıl, deli bir şeydi. bu insanın başına hayatında bir kere gelebilir...

YOU CAN FIND INSPIRATION IN EVERYTHING


paul smith hastalarına iyi haber var. bir aralar çıkardığı "esinlenme" kitabını tekrar basmaya karar veren paul smith, kitabın fiyatını da düşürmüş; 200 euro yerine 30 euro ve de ilk 100 alıcıya da imzalı edisyonunu vermiş. paul smith'in sitesine girin, kendiniz görün: http://www.paulsmith.co.uk/

22 Nisan 2009 Çarşamba

CHLOE SEVIGNY'NİN YENİ OPENING CEREMONY KOLEKSİYONU MUAZZAM!!



minik tweed ceketler, skinny jean'ler, leopar desenli üstler.. chloe sevigny'nin opening ceremony için tasarladığı yeni koleksiyona punk ve james dean ilham vermiş. ayakkabılara bayıldım. (foto: www.com)

DAVID HOCHBAUM NEW YORK SANAT ALEMİNİN GİDEREK DEVLEŞEN İSİMLERİNDEN




boston museum school'da yetişen david hochbaum gerçek bir new york'lu. şehirler ve evler en sevdiği motifler. bu motifler güven ve sevginin, içsel sürgünün sembolleri olduğu kadar, yabancılaşmanın labirentleri sanki. insanın kendini kaybettiği ve aynı zamanda bulduğu yerler...

THE GOSSIP'İN YENİ ALBÜMÜ "MUSIC FOR MEN" HAZİRAN'DA GELİYOR..


gossip'in yeni albümü "music for men" 22 haziran'da piyasaya çıkıyor. bol grammy ödüllü rick rubin'in yapımcılığında hazırlanan albümün kayıtları, malibu'daki tarihi shangri la studios'da yapılmış. albüm'ün ilk single'ı "heavy cross" 15 haziran'da piyasada.dazed'in mayıs sayısında, the gossip'in moda ikonu haline gelen solisti beth ditto ile yapılan bir röportaj yer alıyor. işte o röportajdan fragmanlar, buyurunuz:

yaptığınız en iyi albüm bu mu?

bilmem, bir şey diyemem. bazen hala en iyisini yapmadığımızı düşünüyorum. bu albümün hazırlığı bittikten sonra depresyona girdim. o kadar delirmiştim ki eve kapandım. galiba kayıtlardan sonra ne işe yaradığını görmek için biraz zamana ihtiyacım oluyor.. ama şunu söyleyebilirim, "standing in the way of control"den ve bugüne kadar yaptıklarımızdan çok farklı oldu. ama daha fazla konuşursam, berbat edebilirim.
en sevdiğiniz parça var mı albümde?
bilmem ama sanırım bir parça var ve o parçayı insanlar dinleyince ne tepki vereceklerini merak ediyorum. parçanın adı "men in love". birbirlerine aşık iki gay adamın aşkıyla ilgili. aşk konusu tüm albüme hakim dev bir konu zaten.
beth, sen bir çeşit moda ikonu oldun. modayı umursuyor musun peki?
bayılıyorum. giyinmek günün en sevdiğim kısımlarından biri. yaratıcı bir eylem. makyaj yapmak resim yapmak gibi. böyle hissediyorum. çocukken de kıyafetlere bayılırdım. saatlerce banyodan çıkamaz, saçlarımla uğraşırdım. biraz madonna halleri vardı. büyüdükten sonra ve de fakir olduğumuz için moda ulaşılmaz bir şeydi ve hayallerimi süslerdi..

20 Nisan 2009 Pazartesi

MY HEART FEELS THIEVES LIKE US :))))


berlin duvarının oralarda tanışan iki isveçli bir amerikalı'dan (pontus, björn, andy) müteşekkil thieves like us bu cumartesi babylon'da.. rock ve pop müzik tutkunular ama tekno ve elektro kaderleri oluyor. yerleşik olmayı sevmiyor, krautrock'a bayılıyorlar; italo disco, david bowie, iggy pop, hip-hop diye uzuyor favori listeleri. berlin'de sağda solda dinledikleri müzikleri beğenmeyip, kendi müzüklerini yapan üçlü. berlin, new york ve şimdilerde de paris arasında gidip geliyor... babylon zıplayacak yine..

18 Nisan 2009 Cumartesi

CUMARTESİ SOHBETLERİ VOL.10- BEGÜM KARAHAN/DERGİCİ/YAZAR


begüm karahan, şu anda istanbul'da elden ele dolaşan ZERO dergisinin editörü. barış bilenser'in yayın hakkını alıp, uzun uğraşlar sonucu italya'dan türkiye'ye getirdiği derginin acayip meraklısı var. istanbul'un en alternatif şehir rehberi ZERO nedir, ne değildir, arkasında kim var, hepsini sordum. ama şunu eklemem gerek, bu röportaj ZERO'nun verdiği ilk ve son röportaj olacak. zira italya'da da olduğu gibi ZERO'nun kahramanları yüzleriyle değil, işleriyle bilinmek istiyorlar. dolayısıyla çok özel ve biricik bir sohbetle karşı karşıyasınız..
12:18Erel
begüümm..günaydın, yani benim için öyle nasılısın?

12:20Begum
süper
12:20Erel
tahmin ediyorum, harika bir dergi yaptın/ız.. dün sonunda elime geçti..ZERO!! alternatif istanbul guide'ı diyebilir miyiz?

12:21Begum
kesinlikle
12:21Erel
peki, ben hikayesini biliyorum ama sen anlatsana, nasıl oldu, nasıl başladı? kimler var arkasında?

12:25Begum
Zero 12 senedir İtalya'da yayınlanan ve şu anda italaya'nın 8 şehrinde 2 haftada bir yayınlanan, tabiri caizse bir marka olmuş, her sayıda ünlü markaların konseptlerini kullanarak, kendi özgün kapak tasarımlarıyla dikkat çeken bir alternatif bilgi kaynağı.
12:26Erel
harika, bir benzeri de yok şu anda memlekette; timout'u saymazsak.. bir de tabii lecool'u..

12:26Begum
Üniversiteden arkadaşım barış bilenser'le beraber başladık bu işe. Uzun süren bir süreçten sonra derginin lisansını alıp istanbul'u da aktif bir hale getirmek amacıyla giriştik..
12:28Erel
peki diğer dergilerde olmayan, ZERO'da olan nedir sence?

12:28Begum
time-out ve le cool tabii ki senelerdir var ama ikisinin birleşimi gibi görebileceğimiz ve cebimizde taşıyıp her an yanımızda olacak bir dergi aynı zamanda. ZERO'nun çok yakında yapılacak konsept partileri olacak. yer yerinden oynayacak.
12:30Erel
harika.. zaten artık o bir bütün.. 2 haftalık bir yayın değil ama henüz öyle değil mi?

12:32Begum
şu anda aylık yayınlanıyor ama 2 haftalık olması için çalışılıyor fakat bağımsız bir dergi olduğu için daha güçlenmesi ve desteklenmesi gerekiyor
12:33Erel
tahmin ediyorum ama emin ol çok kısa sürede o destek gelir.. internet ayağı da önemli, orada da olmalısınız bence..

12:34Begum
Websitemiz www.zeroistanbul.com çok yakında açılacak.
12:35Erel
begümcüm, sen daha önce neler yaptın, neredeydin etc. biraz anlatana..

12:37Begum
Bilgi üniversitesi işletme bölümü mezunuyum, daha önce moda sektöründe çalıştım, hala freelance moda yazıları yazıyorum.
12:37Erel
artık sadece dergicisin ama değil mi? fena bulaşıcıdır dergicilik, kurtulamazsın..

12:41Begum
aslında moda ile dergicilik biraz yakın geliyor, kumaş ve kağıt, bana dergicilik sadece biraz daha interaktif geliyor. Üstüne daha çok konuşulup daha çok kritik veya tebrik alabiliyorsun.
12:43Begum
Bir de ZERO gibi bir dergi; 40 000 adet basılan ve bir sürü insanın elinde olduğunu düşünürsen. Herkesin de bir düşüncesi olduğunu düşünürsen.. daha çok düşünmemiz ve üretmemiz lazım.
12:43Erel
aynen öyle.. ZERO gibi, ele avuca gelen, ücretsiz dağıtılan, smart bişi istanbul'da tutar, hatta başka şehirlere bile yayılabilir bence.. ben de elimden geleni yapmak isterim, biliyorsun..

12:45Begum
Kapımız sizin gibi üretkenlere her zaman açıktır.
12:46Erel
çok teşekkür derim sohbet için.. akşam beat'e geliyorsun değil mi? bengi ve evrim çalıyor..
biraz reklam yapalım:))

12:47Begum
şu anda gelicem gibi görünüyor, modum modum...
12:47Erel
:))) ok.. çooookkk teşkrler.. öptüm seni ve de bol şans!!

12:48Begum
sevgiler ve saygılar:))

16 Nisan 2009 Perşembe

ECE SÜKAN VINTAGE İLE MAVI ORTAKLIĞI


"ece sükan vingtage" mavi'nin "mavi & friends" projesinde yer alıyor. ece'nin seçtiği vintage ürünler ve vintage ruhuna uygun yorumladığı modeller, istinye park, beyoğlu, tünel ve palladium'da özel köşelerde satılacakmış. tam da ece artık tamamen oyunculuga karar verdi herhalde diye düşünürken, bugün postadan çıktı bu haber. ben şahsen jean ile farklı kumaşların yan yana gelmesini tehlikeli bulurum. "kitsch"e dönüşme riski neredeyse garantidir ama ece iyi iş çıkarmış, bravo..

2 SERGİ AÇILIŞI: ELİF URAS "PANAROMA PASAJI" - ANSEN "THE TRACE/İZ"


bugün galeri x-ist'te ansen'in "the trace/iz" isimli yeni sergisi açılıyor. x-ist'in en medyatik sanatçılarından ansen'in komplex ve sırlarla dolu fotoğraflarını çok merak ediyorum... ikinci sergi ise yarın galerist'teki elif uras'ın "panaroma pasajı" isimli sergisi. ismini walter benjamin'in pasajlar kitabından aldığını okuduğumda pek bir sevindiğim bu sergide resimler ve çiniler göreceğiz. iki sergi de kaçmaz, görmeli, bakmalı... (resim: elif uras - 'büyük ayrılık'-tuval üzeri yağlıboya, 180 cm x 150 cm, 2008)

15 Nisan 2009 Çarşamba

G20' ZİRVESİNE TAVIR


ingiltere'de G20 zirvesine ev sahipliği yapan londra sokaklarında protestosunu sanatsal yoldan anlatmayı seçen sokak sanatçısı DFace'in billboard'larda gösterdiği işi dikkatimi çekti. g20 pound'unun farklı versiyonlarının kraliçenin "lifting"li yüzünün sağına soluna yerleştirildiği işle ilgili şu soruyu soruyor herkes. acaba DFace bu alanı satın mı aldı yoksa hack'ledi mi? yaklaşık bir yıl önce SKULLPHONE da karakterini tüm LA'nin billboard'larında sergilemişti. ve bazı blooger'lar onun clear channel'in ana kumandasını hacklediğini yazmışlardı ama bu bir yalandı. peki DFace ne yaptı?

14 Nisan 2009 Salı

BİR FOTOĞRAFÇI: MONA BREEDE





şehir hayatının olmazsa olmazı trafik lambalarında bekleyen insanlar. kırmızıda birbirlerine belli mesafede duran, yeşil yandığında ortada buluşup, dağılan insan öbekleri. yalnız ve boş alanlar, derken dans, koreografi ve hatta sanat.. yalan tabi, aslında hiç de öyle değil. her gün milyonlarca insan oradan oraya koşuştururken trafik lambalarında beklemişler, yürümüşler ne olmuş yani. mona breede öyle düşünmüyor. insanları ve onların hiç de spektaküler olmayan sokak anlarını "koreografiler" adı altında sanata dönüştürüyor..

ÇARESİ YOK TURKUVAZ'I SEVECEKSİNİZ..


en donuk, en mat, en neşeli, en parlak haliyle yazın renklerinden biri turkuvaz olacakmış. e süper! o zaman türkuvaz rengiyle ilgili minik bir info vereyim. vietnamlıların ne mavi, ne yeşil, hele turkuvaz için herhangi bir kelimeleri olmadığını biliyor muydunuz. yani bu renklerin lisanlarında karşlığı yok. ben de bilmiyordum. çok yazık..

THE DO - A MOUTHFUL


genre'lar ötesi aranjmanları ve muhteşem sesleriyle finlandiyalı grup the do'nun ilk albümü bu hafta piyasaya çıkıyor.. onların hikayesi pop dünyasına gününü göstermek isteyen iki güzel insanın hikayesi. bunu deneyen çok oldu tabi de şarkıcı olivia merilahti ile besteci dan levy gibisi her gün çıkmıyor bence. enstrümental oyunlar, cesur füzyonlar ilk albümün hemen her parçasında kendini belli ediyor. yüksek müzikaliteyle bildik pop sound'una veda etmek isteyenlere..