beck'in yeni müzik video'sunda chloe sevigny go-go dansçısı olarak çıkıyor karşımıza. harika clip! seyredin mutlaka
Beck - Gamma Ray
31 Ekim 2008 Cuma
europaeischer monat der fotografie*
*evet, hastasıyım fotoğrafın. bu blogu takip eden pek çok arkadaşımın da hem fotoğrafa hem de berlin'e aşık olduklarını biliyorum. yakında berlin'e gidecek olanlara hizmetim olarak, bir taşla iki kuş vurabilecekleri nefis bir sergiden bahsetmek istiyorum. yarın başlayıp, kasım sonuna kadar devam edecek olan "europaische monat der fotografie berlin', yani fotoğrafın avrupalı ayı (bizim film ekimi gibi bir şey anlayacağınız:)) 3. kez düzenleniyor. bu sefer ana konusu "hiç görülmemiş" olan sergi 130 galeri, proje mekanı, müze ve kültür merkezinde açılacak. sergiye paralel olarak daha bir dizi etkinlik, workshop ve saire de cabası. bilgi için: www.mdf-berlin.de (foto: gisele freund/1952/simone de beauvoir)
moleskine'den harikulade bir proje
my detour, resim yapan, fotoğraf çeken, illüstrasyon yapan, yazan çizen herkese adanmış, moleskine'in yürüttüğü bir proje. online veya offline olarak katılabilinen bu projede tek şart yaratıcılık.. çeşitli ülkelerde sergilenen projenin bir ayağı da 2009 baharında istanbul'da gerçekleşecek. moleskine, domus akademy ve bilgi üniversitesi'nden oluşan jury'nin seçtiği işlerin arasında türkiye'den katılımcıların birbirinden enteresan "city notebook'ları da yer alıyor. türkiye'den katılanların işlerinden bazılarını yukarıda görebilirsiniz.
30 Ekim 2008 Perşembe
erol alkan bu cumartesi otto santral'de sonra da 2'debir'de
cumartesi akşamı uçaktan indikten sonra konser başlayana kadar 1-2 saatini bizimle geçirecek erol alkan. yeni sayımızda özel bir yeri olacak. 1978'de göçmen bir ailenin oğlu olarak londra'da dünyaya gelen alkan, küçük yaştan beri DJ'lik yapıyor. ancak 1998'de kendi klübünü açtıktan sonra (trash 2007'de kapandı bu arada) dünyaya kendinden söz ettirmeyi başarıyor. rolling stone dergisinin dilinden düşürmediği yapımcı ve DJ'in remix'lerine tapanlar ve onunla çalışmak için can atanlar arasında mylo, alter ego, tiga, optimo gibi isimler var..
29 Ekim 2008 Çarşamba
grandmaster flash 8 kasım'da babylon'da
ilk zamanlar hangi kapıyı çalsa karşısında bir buruk acı olan bu adam dünyayaturntabalizm'i öğreten adam aynı zamanda. grandmaster flash'in konserini kaçırmamak için şimdiden biletlerinizi alın derim. geçtiğimiz sayıda yer verdiğimiz röportajı aşağıda okuyabilirsiniz:
Hip-Hop tarihçisi Jeff Chang Grandmaster Flash’in otobiyografisinin arka kapa€›na flöyle yazm›fl: “Her gece bir DJ hayat›n›z› kurtar›r, Flash teflekkürünüzden biraz daha fazlas›n› hakediyor.” Kitapta bu hip-hop efsanesinin plaklara olan düflkünlü€ünden dünyan›n önde gelen turntable ustal›€›na giden overdose s›n›rlar›ndaki yolculu€u anlat›l›yor. New York Magazine’in yapt›€› röportajdan bir kesit sunuyoruz:
Babas›n›n plak koleksiyonuna eriflemeyen çaresiz bir erkek çocu€u var kitapta. O zamanlardan bahsedebilir misin?
Offff. Nas›l aç›klayay›m ki? Kitapta da okunaca€› gibi babam bu konuda çok titizdi. 1957’nin tüysiklet flampiyonu Sandy Saddler’in erkek kardefli olmak gibi bir fley bafl›na gelmiflti. Elleri çok iyiydi. Baz› kardinal kurallar› vard›: Oturma odas›ndaki stereoya asla gitme. Steroaya asla dokunma. Ödüllerin ve plaklar›n oldu€u tuvalete asla gitme... Kurallar› biliyordum ama kendimi tutam›yordum. Çok küçüktüm tuvaletin kap›s›na da klozete de yetiflemiyordum. Sandalyeyle ç›k›yordum. Klozet alt›ndan filand›. Tuvalleten hofluma giden bir pla€› al›p oturma odas›nda dans ederek dinliyordum ve sonra ald›€›m yere geri götürüyordum. Ama babam öyle uyankt› ki her zaman benim elledi€imi anl›yordu. Anlad›€›nda da beni ›s›r›yordu, ›s›r›yordu, ›s›r›yordu. Ertesi gün gene ayn› fleyi yap›yordum. Öyle bir noktaya geldi ki bir gün ellerimi k›zg›n radyötörün üzerine koydu ve ellerim yand›. Ellerim iyilefltikten sonra ben b›kmadan usanmadan ayn› fleyi yapt›m. Kendimi kontrol edemiyordum.
Ki büyük ihtimalle bu hareket ve teknik bilgisi seni turtable’i en iyi kullanan D.J.’lerin bafl›na yerlefltirdi. Bu ifli “ifl” olarak ilk yapt›€›nda nas›l hissettin?
‹lk seferinde Disco B ve EZ Mike’› arad›m ve onlara “dinleyin harika bir fleyim var” dedim. Onlar gelip dinlediler ve “What the fuck is this” dediler. Bense bak›n ne yap›yorum, bak›n ne yap›yorum diye ba€›r›p duruyordum. Farkl› genre’lardan müziklerin en iyi parçalar›n›n en iyi bölümlerini öyle çal›yordum ki, gene kimse bir fley anlam›yordu. Eve gidip a€lad›m, a€lad›m, a€lad›m. Kimse anlam›yordu. Hangi klübe gitsem, kimse çalmam› istemiyordu. “Sana buradaki plaklar› çalmana izin verirsem, hepsini mahvedersin, iflimden olurum” gibi özürlerle geliyorlard›. Uzun süre alay konusu oldum.
Peki flu an senin yaratt›€›n teknikle insanlar›n müzik yapmas›na ne diyorsun? Sen sanki büyük bir fley de€ilmifl gibi ç›karm›flt›n o tekni€i.
O kadar uzun süre dalga geçtiler ki ve bugün bu gezegendeki herhangi bir hip-hop DJ’yi gibi sen de çal›yorsun. Benim buldu€um bir fleyi bambaflka bir düzeye tafl›d›lar ve bunu gördü€ümde kalp at›fllar›m h›zlan›yor. D.J’ler art›k artist muamelesi görüyor. ‹çim biraz buruluyor do€rusu..
hungry scientist handbook ya da moleküler mutfağın incelikleri kitabı
çok güldüm tabii. ispanyolların elindeymiş bu piyasa. konumuzla pek ilgisi olmayabilir ama insanın kendine sınır koymaması lazım. açık olmak gerek yeni dünyalara netekim. hungry scientist handbook'da acayip şeyler öğrenebiliyorsunuz. mesela yenebilir iç çamaşırı, yanardönerli lolipop veya dondurulmuş kokteyl yapımı gibi her eve lazım teçhizatların formülleri bu kitapta. tatları nasıl, kimse bilmiyor ama pek önemi de yok. meraklıları devrim niteliğinde olduğunu söylüyor..
28 Ekim 2008 Salı
portfolyo: markus pritzi
moda, özellikle de moda fotoğrafçılığı batıda bir sanat dalı olarak müzelerde, sanat pazarında yerini aldı çoktan. bizde de birtakım galerilerin girişimleriyle yer bulacağa benziyor. 2'debir'in de dergi piyasasında bu anlamda bir misyonunun hatta dönüştürücü bir etkisinin olduğunu söylemeye gerek var mı, bilmiyorum. dergiye katkıda bulunan fotoğrafçıların büyük bir kısmı moda fotoğrafçılığına bu perspektiften bakan insanlar oldu.. en son önüme gelen portfolyolardan biri markus pritzi'ye ait. ticari işlerin yanısıra sanatsal fotoğraflar çeken pritzi'nin hoşuma giden birkaç fotoğrafını moda fotoğrafçılığına farklı bir bakış getirdiği için şimdiden paylaşmak istedim.
taze beyinlere ihtiyacımız var!
kendini çağdaş sanat ve fikir üretim platformu olarak tarif eden "tershane", "tershane fabrika günleri 3" ile tekrar gündemde. uğur köse ve sena çevik'in girişimleriyle hayata geçirilen alternatif kolektif atölye, şehrin merkezine konuşlanan galeri, müze ve atölyelerin tam zıttı bir uçta, tuzla tersanesi içinde faaliyet gösteriyor. 2'debir dergisine de katkıları olan uygur yılmaz ve volga yıldız'ın fotoğraflarının da yer aldığı sergi, sirkeci garı'nda. 2 kasım'a kadar izlenebilir..
blogger açıldı!!
bu ülkede bir günden diğerine çok pek çok şeyin değiştiğini biliyoruz. bir süredir mahkeme kararıyla kapatılan/karartılan blogger az önce açıldı. bunda insanların verdikleri tepkilerin, ilgili mercilere gönderilen imzaların veya mektupların etkili olduğunu düşünüyorum. tabii ki medyanın da... blogger'ın yeniden açılmasına çok sevindim elbette. ancak susan ve kabullenen değil, haklarını arayan ve taleplerini ifade edebilen bir ulus olduğumuza dair bazı işaretler gördüğüm için daha da sevinçliyim.. evet, nerede kalmıştık..
23 Ekim 2008 Perşembe
antony and the johnsons: "another world"
ep'ye adını veren parçası "another world"de olduğu kadar susmanın (donakalmanın ya da) kutbuna hiç bu kadar yaklaşmamıştı antony hegarty herhalde. sonbahar gibi dertleniyor piyanodan çıkan sesler. araya giren çello acıyı çoğaltıyor sanki. kendi ölümüne hazır, "i need another place/will there be a peace?/i need another world/ this one's nearly gone" diye mırıldanıyor/sızlanıyor.. "another world" bu dünyaya veda baladı, lirik 'ben'in gene de özleyeceklerine vedası: deniz, kar, arılar, ağaçlar, hayvanlar ve güzelim cıvıltılarıyla tüm kuşlar..
(not: antony and the johnsons'un yeni albümü 'the crying light' ocak 2009'da çıkıyor. "another world" bu albümün ilk single'ı. albümden önce beş parçalık another world ep'si bu ay satışa sunuldu.)
21 Ekim 2008 Salı
%100 istanbullu, %100 organik: boa
boa, sena çevik ve seray cengiz'in bir buçuk yıl önce bir gecede verdikleri kararla ortaya çıkmış bir marka. yaz başında istanbul'da satışa sunulan marka rotterdam'da 'bridges to fashion' kapsamında ilk defilesini gerçekleştirdi geçtiğimiz günlerde. hollandalı bir tasarımcıyla birlikte hazırlanan iki kaftan rotterdam history museum tarafından satın alınıp boa markası altında sabit koleksiyona eklendi. boa, istanbul ve alaçatı'dan sonra rotterdam ve amsterdam'da satılacak.
bilgi için
www.boastudio.org
www.bridgetofashion.com
boa şu mağazalarda:
lazy-galatasaray
atölye mariposa - cihangir
harman butik - alaçatı
second chance - bebek
little boots
dışarıda (ve tabi içeride de) dünya kadar yetenek varken, popstar'lara niye ihtiyaç var diye düşünüyorum bazen. blackpool/london kökenli little boots'un dj'liği ve single'leri şu sıralar avrupa'da dilden dile dolaşıyor. eski "dead disco" üyesi, hot chips'in beyni joe goddard'ın yakın arkadaşı victoria hesketh, son zamanlarda solo projesi little boots ile klüpleri sallıyor. benim gibi çizme hastası olan 83' doğumlu müzisyenin elektro-disco-pop tarzında çıkardığı debut single'ı "stuck on repeat" kitsune gibi bir label'in ve sonradan dost olduğu joe goddard'ın ilgisini çekmiş.. 'blogosfer'de yaydığı videoları ile sayısız fan'leri olan little boots'u gelecek partimizde dinleme ihtimalimiz çok yüksek bu arada.
www.learningtoloveyoumore.com - assignment 50 - take a flash photo under your bed
miranda july'ın kurucusu olduğu en sevdiğim siteye iştirakımdır.
http://www.learningtoloveyoumore.com/reports/50/eryurek_erel.php
20 Ekim 2008 Pazartesi
createurope'un finalistlerinden biri: cem cako
almanya schorndorf doğumlu, türkiye kökenli. royal academy of fine arts'dan (antwerp) mezun. stuttgart devlet tiyatrosu ve viyana "burgtheater"da kostüm tasarımı asistanlığı, hugo boss'da bir yıllık asistanlık, raf simons, dries van noten, veronique branquinho, walter van beirendonck, dior homme gibi markaların şovlarında backstage tecrübesi 27 yaşındaki cem cako'nun cv'sinde ilk göze çarpan bilgiler. deutsche welle televizyonunun geçtiğimiz günlerde hayat hikayesini yayınladığı cako, kendi adını taşıyan markasıyla createurope fashion academy award finalistleri arasında.. www.cemcako.com - www.createurope.com
splendid
(splendid'de erdem ergaz ve güneş terkol'un işleri yer aldı.)
contemporary art istanbul, medyada da geniş yer alarak ve gürültü kopararak dün bitti.. ne kadar "contemporary" idi tartışılır. beklenmedik pek bir şey yoktu. ama olsun gidildi, bakıldı, görüldü.. beni daha çok alt kattaki galerilerde gördüğüm bazı işler heyecanlandırdı. en çok da leyla gediz'in galerisi "splendid" taze ve eğlenceliydi. leyla ve dara'nın mevcudiyetleri, yaydıkları muhteşem enerjileri, epeyce tapon işlerin sergilendiği ortama nefes aldırıyordu..
17 Ekim 2008 Cuma
fear(s) of the dark
sıradışı animasyon filmlerinin de pekala başarılı olabileceğini geçen sene vincent paronnaud & marjane satrapi bize 'persepolis' ile göstermişti. şimdi yeni bir yapım var, en az persepolis kadar etkili olan. üstelik dünyanın en "cutting-edge" ve "cool"grafik sanatçılarıyla iş birliği yapılmış bir film söz konusu. blutch ve marie caillou'nun "fantastic fest"te sergiledikleri eserin adı "FEAR(S) OF THE DARK ve son derece kendine özgü. ürkütücü hikayeler siyah-beyaz animasyonlarla vurucu bir dilde anlatılıyor. örneğin bir filmde yeniyetme bir delikanlı yanlış bir kızla karşılaşıyor, bir diğerinde ise bir cemaatin içinde gizemli bir şekilde ortadan kaybolan insanların hikayesinin içinde buluyorsunuz kendinizi.. filmin bizim buralara ne zaman geleceği belli değil tabii. herhalde if'cilerin dikkatini çoktan çekmiştir ya da çekecektir. web sayfasından filmle ilgili trailer'leri ve daha çok bilgiyi edinebilirsiniz.. www.fearsofthedark-themovie.com
bir fotografin çagristirdiklari ya da bir resimaltı yazisi..
yanlış sevilmişti. her gün gözünü açtığında ilk düşündüğü şey, kafasında kurduğu ilk cümle buydu.. kimse onun suyun altında saatlerce durduğunu, kazıdığı kaşlarının yerine dantelalar koyduğunu bilmezdi. aniden yokolmaları vardı. yokolur ve sonra yeniden belirirdi. belirdiği zamanlarda da görünmek değildi istediği. doğaüstü bir gücü olsa görünmez olmak isterdi. dengesiz ve ayarsızdı.. içtenliği sahiciydi. konuştuğu insanların gözlerinin içine bakması zaman alırdı. baktığı zaman o insanlar bilmediği zaman boyunca hayatında kalırdı.. hayalleri vardı. hayallerine kapılanlar bu hayalin büyüsünden uzun süre çıkamazdı.. yanlış sevilmişti. tutkulu sev(iş)mesi bu yüzdendi. her sev(iş)me bir kendinden (vaz)geçme, unutmaktı onun için.. (photography: lina scheynius)
billy the kid - a film by jennifer venditti
festivallerden birçok ödül toplamış belgesel film "billy the kid"'in bu ay dvd'si çıkıyor. miranda july'ın filme dikkat çekmesi sonucu haberdar olduğum 'billy the kid, 15 yaşında genç bir oğlanın ergenlik problemlerini anlatıyor. bunun ötesinde filmle ilgili yazılıp, çizilenlere bakılırsa, belgesel sinema meraklılarının kesinlikle kaçırmaması gerekiyor. www.billythekiddocumentary.com
15 Ekim 2008 Çarşamba
saklı iyi tarafın var mı? (kısaca bir öykü)
(photography: lina scheynius)
aradan geçen onca zaman sonra karşısındaydı. herkesin sormasına alışkın olduğu soruyu bu kez ona soracaktı: saklı iyi tarafın var mı? onun bu soruyu fütursuzca cevaplayacağını, soruyla dalga geçeceğini, hatta soruya soruyla karşılık vereceğini biliyordu. kimse onu gafil avlayamaz, kimse hazırlıksız yakalayamazdı. birlikte oldukları yıllarda bunu çok net kavramıştı. yüreksiz bir adam olduğunu da. bir seferinde yüreksizliğini yüzüne karşı söylediğinde, 'evet, olabilir. ben yüreği tabağımda severim' gibi, önceleri güldüğü, sonrasında ayrılma sebeplerinden biri olan kan dondurucu yorumlarını hatırladı. kimin aklına gelirdi, bu şekilde yeniden karşılaşacakları. o ünlü bir sihirbaz, kendisi de bir gazetenin pazar röportajcısıydı. dünya kadar işle uğraşmıştı -buna sevgili "işleri" de dahil- ve bütün bu işler onu sonunda bir sihirbaz yapmıştı. bir zamanlar onu ne kadar cesaretlendirdiğini hatırladı. ünlü olmak istediğini biliyordu. cesarete ihtiyacı yoktu aslında. gözü karalığının bütün inceliklerini birlikte olduğu zamanlarda günbegün sergilemişti. karısı, çocukları, sevgilileri arasında geçirdiği zaman aralıklarında sihirbaz olmayı öğrenmişti demek ki.. hala çok güzel gülüyordu. bir insanın yüzü, tüm çehresi, güldüğü zaman bu kadar değişebilir miydi? bu gülüşlerin arkasında kalpsiz birinin olduğunu düşünmek zordu.. birlikte geçirilen vakitlerin sonuna yaklaştıklarında kaçırılmaması gereken randevular, takip edilmesi gereken işleri olduğunu ustalıkla ifade ederken, sihirbazlara özgü ani refleksleri vardı. insanın bir fazdan ötekine aniden geçmesi yoksa mümkün değildi.. sadece sihirbaz değil, ünlü bir sihirbaz olmak saklı kimliklerine anlam katmıştı belki de. belki de ortadan yokolup, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmak, daha sonraki ilişkilerini 'eğlenceye' dönüştürmüştü. kimse bir sihirbazın sürprizsiz gidip gelmelerine katlanamaz tabii ki, diye geçirdi içinden. ister istemez gülümsedi. sonra gülmeye başladı. o kadar çok güldü ki gülmelerinin arasında onun cevabını duyamadı.. 'saklı iyi tarafım mı; bir sihirbazın bütün iyi tarafları ortadadır, ancak kötü tarafları saklı olabilir, hatta saklı kalmalıdır'..
14 Ekim 2008 Salı
david lynch: new photographs
kült yönetmen david lynch'in almanya'da "epson kunstbetrieb im düsseldorfer medienhafen"deki fotoğraf sergisi devam ediyor. 25 fotoğraftan oluşan sergide, sinemasından da aşina olduğumuz görsel dilini bu kez fotoğraflarda konuşturuyor lynch. 26 eylül'de kendisinin katılımıyla açılan sergi 23 ekim'de bitiyor..
rock diaries
tasarım ikonu hedi slimane'nin son çalışması "rock diary" adını taşıyor.(yves saint laurent ve christian dior'un eski kreatif direktörü slimane, müthiş bir fotoğrafçı, malumunuz.) "rock diary" üç adet olağanüstü tasarlanmış fotoğraf kitabından oluşan bir üçleme. bu üçlemenin ilk kitabının fotoğrafları ispanya'da "internacional de benicassim" festivalde çekilmiş. ikinci kitap güncel ingiliz ve amerikan "rock scene"e adanmış. üçüncü kitap ise slimane'nin eserlerine kritik bakış atan vince aletti'nin ve müzik eleştirmeni jon savage'nin yazılarına ayrılmış. eylül'de satışa sunulan bu üçleme kaçmaz..
purple anthology
kimlere esin kanağı olmadı ki; harikulade yayın purple, "purple anthology" ile 15. yaşını kutluyor. moda ve kültür sanat hayatına hep özel köşelerden ve farklı bakmayı başarabilmiş olan purple'ın antolojisi, alınması mecburidir. içinde terry richardson ve juergen teller gibi son derece "zeitgeist" sahibi arkadaşların eserlerine yer verildiği gibi, gene hatırı sayılır yazılarıyla gezegenimizi aydınlatan glenn o'brian ve david hickey gibi yazarların yazılarıyla taçlandırılmış.. ne denir, tam bir "must-have" olayıdır.. artık gidip mi alırsınız, amazon'dan mı istetirsiniz, hatta belki bizim robinson'da bile bulunuyordur, orasını bilemem..
13 Ekim 2008 Pazartesi
william claxton geçtiğimiz cumartesi öldü..
chet baker'i chet baker yapan fotoğrafçı william claxton (80 yaşında) geçtiğimiz cumartesi öldü.. jazz müziğin cool olduğunu biliyoruz da, öyle görünmesini sağlayan adam herhalde william claxton'du. 50'li yıllardan beri chet baker, gerry mulligan gibi mühim cazcıların fotoğraflarını çeken claxton, cazın estetiğinden sorumlu bir adamdı aynı zamanda.. http://www.williamclaxton.com
12 Ekim 2008 Pazar
should i stay or should i go
aslında çok basit:bir otobüs durağına gidilir, otobüs beklenir, otobüs gelince, binip gidilir. otobüs durağı da orda durur. fakat sonra michael sailstorfer gelir ve otobüs duraklarını bir yolculuğa çıkarır ve bizim koordinasyon sistemimizi altüst eder.. sleek dergisinin de son sayısında da yer verdiği sailstorfer'in işleri heyecan verici.. takip için www.johannkoenig.de
8 Ekim 2008 Çarşamba
benim egoist yerim doldu.. ('karalama defterinden notlar)
dünyanın en güzel cümlesi talihsiz bir şekilde onun ağzından çıktı. "her şey lüzumsuz aslında. hayatta ne yapıyorsak, anı biriktirmek ve de sofralarda bizden sıkılınmasın diye oraya buraya gidip, delisaçması kitaplar okuyup, ölümü ötelemek, habire devinmek için yapıyoruz işte" dedi. o bunu söylerken ben çoktan dibi boylamış, her zamanki gibi içimde anıdan ziyade sıkıntı biriktirmekle meşguldüm. hoş, bunlar da anı sayılırdı ama daha neşeli anılar vardı hatırladığım ve de biriktirdiğim.. ne çok eski ne de çok yeni bir arkadaşımdı. ama hayatıma küt diye girmiş, küt diye çıkmış bir insan olmasını diledim o bana bunu söylerken. beni ben yapan ne varsa hayatta, mesafe koridorlarında bir hayli vakit geçirtmişti, orası kesin. gene içimdekini dökemeyip, mizahına mizah katıp, evimin yolunu tutmuştum. aslında küt diye girmemişti hayatıma ama o an bittiğini hissettim. çözülemeyen bağlar, onun bana bir kez daha teyet geçmesi sonucu tamamıyla yok olmuştu işte.. bencilliğin pirim yaptığı hatta altın dönemini yaşadığı bir çağda olduğumuzu düşündüm yolda giderken. halbuki hiçbir şey yapmamıştı. her zaman nasılsa öyleydi. söz düellolarında, geyik muhabbettinde bizi yakalayana aşkolsundu. sorun benim atıflarım, hayatımda işgal ettiği yerdi. hırsız yönünün en bağışlanamaz tarafı da buydu. bencildi. sadece zamanımı değil, fikirlerimi de çalan bu bencil insanı hayatımdan çıkarma konusunda kararlıydım.. herkesin yeni başlangıçlar tarihi kendine, daha çok da ocak ayıydı. benimkisi ekim olsun, pazartesileri de sevmem çarşamba olsun.. (ey blog takipçisi, bu pasaj tamamen kurgudur bu arada. büyüyerek şekillenmekte olan uzun bir "metnin" parçasıdır..)
erel
7 Ekim 2008 Salı
grace jones yeniden..
Grace Jones "Corporate Cannibal" from Jordy on Vimeo.
grace jones yeni bir albümle yeniden karşımızda. inanılır gibi değil ama doğru. albümün adı "hurricane" ve 3 kasım'da piyasaya çıkıyor. "corporate cannibal" isimli parçasının video klibini buldum ve paylaşmak istedim.. ayrıca dazed & confused dergisinin 2 gün sonra çıkacak kasım sayısında 12 sayfalık müthiş bir çekim var. chris cunningham'in çektiği grace jones fotoğraflarının dergide yer almayan görsellerini dazed'in web sayfasında buldum. harikalar. jones'a göre bu çekim moda değil anti moda bir çekim. cuninngham'in onu bir sanat eseri gibi gördüğü çekime yönetmenin 2005'te çektiği kısa film "rubber johnny" esin kaynağı olmuş.. yıllar sonra grace jones ile ilgili bir şeyler görmek, duymak şahane oldu valla..
6 Ekim 2008 Pazartesi
repetto x moschino
repetto 60, yılını kutluyor. ilk başta rose repetto'nun dansçı ve ileride koreograf olan oğlu için özel olarak yaptırdığı "repetto"lar çok geçmeden dünyanın bütün dansçılarının ayaklarını süslemiş. yalnızca dansçıların değil üstelik, rahat, elegan ve zarif sokak ayakkabısı peşinde olan brigitte bardot'nun keşfetmesinden sonra bütün dünyanın dikkatini çekmiş. bardot, repetto markasının sembolü olmuş daha sonra.. şimdilerde moschino ile ortak ahşap görünümlü modeli piyasaya çıkaran repetto, moda freak'lerinin dilinde ve tabi ayaklarında.. www.repetto.com
animal collective 24 ekim'de babylon'da
sene gene bitiyor işte. 2008'den ne kalacak geriye? bence björk konseri unutulmazdı. animal collective de öyle olacak gibi. alman müzik dergisi spex şöyle buyuruyor: "2008'in en kalıcı albümlerinden "strawberry jam" indiefolk müziğinde tarih yazdı. bu albümü ancak deacin, panda bear, avey tare ve geologist'in canlı performansları geçebilir.".. doğu avrupa turnesi kapsamında istanbul'a gelecek olan animal collective'e gitmek zorunlu bence...
sergisi berlin'de bitti bitecek.. /hiroshi sugimoto
sugimoto konuşmasını seven ve çok kunaşan biriymiş. işlerinin tam aksi bir adam yani. baktığınızda transandantal bir sükunet içinde kareler. ne de olsa hiroshi sugimoto'nun memleketi de japonya. 70'lerden beri ise new york'ta yaşıyor. berliner neue nationalgalerie'de sergisi devam eden sugimoto, işleri için komplex ve teorik zihin oyunları ve pratik deneyler diyor. yukarıdaki ilk fotoğrafta ("marmara sea", silivri, 1991) ustanın bizim sınırlarımızda yakaladığı bir kare var. sergiyle ilgili siteler: www.sugimotoinberlin.de/www.smb.museum.de
fluxus rocks!
1 Ekim 2008 Çarşamba
the ballad of jack and rose..
kızım 15 yaşında. kendi 15 yaşımı sık sık düşünüyorum son zamanlarda. bıçak sırtında geçen o zaman dilimini bir bakıma aynı bir bakıma farklı yeniden yaşıyorum. iletişim çağında iletişimsizliğin dibine vurdum kızımla. günü kurtaran kısa ve öz diyaloglara sert ve acıtıcı sözcükler serpiştiriyoruz karşılıklı. pişmanlık hemen arkasından geliyor. şehir uzak, gürültüsü kızımda şu anda.. dün bir film seyrettim. bir baba kız hikayesi denebilir. izlemek lazım. kendi 15-16 yaşıma gittim bu filmde. kırgınlıklarım, büyüme çabalarım, dünyayı başka türlü bir yer sanmalarım, yalnızlığım, hepsi dizildi önümde.. filmle ilgili bir şeyler yazabilirim diye düşünmüştüm ama galiba beceremeyeceğim.. 2004 yapımı filmmiş, ben yeni izleyebildim. dvd'sini remzi'de buldum.. konusu, kurgusu, dili ve oyuncularıyla özel bir film..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)