14 Eylül 2008 Pazar

zamana bakmazsanız, çabuk geçer


zamanı hatırlatan bir film "elegy".. geçmekle, olgunlaşmakla, yaş almakla ilgili. zamana karşı insanı ayakta tutan tek olgu aşkla ilgili.. bir filmi bazen güçlü bir oyuncu kurtarabiliyor; "elegy"de bu görev ben kingsley'e düşmüş.. oyunculuğu konusunda henüz tam bir karara varmadığım penelope cruz ise çarpıcı ve dişi bir kadın olarak göz dolduruyor.. film kafanızda soru işaretleri bırakmıyor. dolayısyla kolay çözülen bir film. ne zaman telefonun çalacağı, ne zaman çalmayacağı, ne zaman telesekreterden kimin sesini duyacağımızı biliyoruz.. yorulmadan ancak hafif sıkılarak ilerliyorsunuz. cruz'un bir üniversite öğrencisi olarak piyanonun üzerinde duran metronom için, 'bu metronom' mu demesi, karanlık oda gördüğünde, burası nedir diye sorması yıkıcı olsa da, sonra önemsizleştirebiliyorsunuz. (gerçi bu metronom mu sorusuna kingsley keşke hayır, ütü deseydi, film daha eğlenceli olurdu, o ayrı).. genel olarak filmin diyalogları tüy gibi hafif zaten.. ihtiyarlamaya başlayan adamların etrafında dönen film cılızca yaşlanmayı sorguluyor.. uslanmaz bir kadın düşkünü yazar ve profesör olan kingsley'in her şeyini paylaştığı kadim dostunun ölümünü, onun karısıyla (bu arada karısını debbie harry canlandırıyor. blondie'nin debbie'si) buluşmasını, (bizim de buluşmamız), başından itibaren nasılsa bitecek diye, genç öğrencisi/sevgilisinin mezuniyet kutlamasına gitmeyişini, ayrılığını, sonradan aşık olduğunu kendisine itiraf edişini, iki sene sonra sevilisinin daha önceki ilişkilerinden alıştığı gibi, 'ben evlendim' diye değil, ben kanser oldum diye karşısına çıkışısını ve hayatının sessice altüst oluşunu seyrediyoruz. filmin temposu düşük değil ama genel olarak sakin bir film.. kingsley öyle bir oyuncu ki filmin sesini kısıp seyretseniz bile onun yüzündeki ifadelerden bütün hikayeyi okumanız mümkün. dolayısıyla bir filmi bazen gerçekten güçlü bir oyuncu kurtarabiliyor, hem de nasıl..

Hiç yorum yok: