24 Eylül 2009 Perşembe

OTTO, MOTTO,BABYLON DERGİSİ, SEN, BEN, STING..


akşamları istikamet tünel olalıberi bölgeye dair izlenimlerimdeki coşku yerini giderek artan bir umutsuzluğa bıraktı. (bu konuya daha sonra bir başka yazıda geleceğim) yer hala güzel. bazı akşamlar lokal ve otto önü insana avrupa'da olduğu hissini veriyor, ne yalan söyleyeyim. ama avrupa da ne kadar matah? avrupa'yı avrupalılar olmasa daha çok sevmez miydik? yoksa daha mı az severdik? avrupa dediğimiz zaman özlemle bahsettiğimiz şey hepimizde aynı mı? aynıysa ve de avrupa'nın güneyli gibi olabildiği durumlarsa, o zaman ne diye "avrupa gibi" deyince bunu bir halt zannediyoruz? işte alın size dilemma üstüne dilemma. gene bir yere varılmaz, ben size söyleyeyim. dün gecenin anatomisini yaptım. ilginize..

dün akşam barış b. ile buluşmak üzere önce otto'ya gittim. otto, karşısındaki groove'la barış antlaşması imzalamış, senin müşterin, benim de müşterim sayılır fazına geçip, kaynaşmış sanki. otto'nun yüzünü geceye çevirmediği bir saatte çalışanlara hakim olan duygu şuymuş gibi geldi bana: "i know what you did last night" ifadesi. ilk dilemma bu zaten. çalışan garsonların "gece hayatında her şey mübahtır" aşamasına gelmeden önce yaşadıkları dilemma. kimisinde hiç yok, "geçmiş" oraları. kimisi intibak sorunu yaşıyor. gece olanlar gecede kalır, gündüz ayrıdır.. bir ihlamur çayı alabilir miyim?..

barış b. geldikten sonra babylon'un gişesinin önünde duran babylon dergisinin 1. sayısını almak boynumuzun borcuydu tabi. bir de iki dergiciden ne beklersiniz? iki tane aldık. sayfaları çevirerek yolumuza devam ettik. derginin boyu posu 2'debir, lay-out'uyla 2'debir ve bant arası bir dergi diye düşündüm ilk bakışta.. alman lisesi'nin sokağından aşağı inip, istanbul'un en güzel sokağı seçilen sokaktaki güzellikleri sağımıza ve solumuza alarak "building" e intikal ettik. görüşmemiz bittikten sonra aynı yokuşu tercih edip, nedense aslı'nın iskender döner krizini bastırmak için koyun kokulu konak'ta iskender yiyerek gecenin bana kalırsa en büyük suçunu gerçekleştirdik. koyun kokusunda ne kadar ciddi olduğumu anlatamam. hatta koyunları tuvaletin yanındaki mutfağımsı bir yerde kesip anında servis yaptıklarına yemin edebilirim..

iskender'lerin ağırlığını votkayla bastırma fikri kimden çıktı, bilmiyorum ama küçük otto'ya varmamız an meselesi oldu. barış k.'nın müziğine koşan koşanaydı zaten. teoman içerideki yerini çoktan almış, küçük kızlar, abileri, profesyoneller, turistler, yeniyetmeler, dara'cım en parisenne edasıyla 19 yaşındaki litvanyalı bir oğlanla. istanbul'u anlatıyor bakışlarıyla. bir de büyük bir sır paylaşıyor benimle ki, tek bir sayı söylüyor; gerisinin nasılsa karşıma çıkacağını belirtiyor..merak ve votka birbirine çok yakışıyor ve bir gece daha sırları ve büyüsüyle noktalanıyor...

Hiç yorum yok: