28 Eylül 2008 Pazar

another magazine/autumn/winter2008


lina scheynius'un 2debir dergisinin haziran/temmuz/ağustos 2007 sayısında lina scheynius'un, özellikle leftovers serisine yer verdiğim proje sayfalarını hatırlar mısınız? scheynius'u tesadüfen keşfetmiştim. ardından yazışıp ahbaplık kurmuştuk. bahsettiğim sayıda fotoğraflarını yayınlamıştım, röportajıyla birlikte.. zamanımızın en heyecan verici fotoğrafçılarından biri diye düşünüyorum.. another magazine'in son sayısında "the best bits, the worst bits" başlıklı yazıda aynı seriden bir fotoğraf kullanmışlar (another document bölümünde).. another magazine'in de dikkatini çeken lina scheynius'un web sitesine girip fotoğraflarına bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. nedense bana 23 yaşında intihar eden fotoğrafçı francesca woodman'i hatırlatan bir yanı var..

14 Eylül 2008 Pazar

zamana bakmazsanız, çabuk geçer


zamanı hatırlatan bir film "elegy".. geçmekle, olgunlaşmakla, yaş almakla ilgili. zamana karşı insanı ayakta tutan tek olgu aşkla ilgili.. bir filmi bazen güçlü bir oyuncu kurtarabiliyor; "elegy"de bu görev ben kingsley'e düşmüş.. oyunculuğu konusunda henüz tam bir karara varmadığım penelope cruz ise çarpıcı ve dişi bir kadın olarak göz dolduruyor.. film kafanızda soru işaretleri bırakmıyor. dolayısyla kolay çözülen bir film. ne zaman telefonun çalacağı, ne zaman çalmayacağı, ne zaman telesekreterden kimin sesini duyacağımızı biliyoruz.. yorulmadan ancak hafif sıkılarak ilerliyorsunuz. cruz'un bir üniversite öğrencisi olarak piyanonun üzerinde duran metronom için, 'bu metronom' mu demesi, karanlık oda gördüğünde, burası nedir diye sorması yıkıcı olsa da, sonra önemsizleştirebiliyorsunuz. (gerçi bu metronom mu sorusuna kingsley keşke hayır, ütü deseydi, film daha eğlenceli olurdu, o ayrı).. genel olarak filmin diyalogları tüy gibi hafif zaten.. ihtiyarlamaya başlayan adamların etrafında dönen film cılızca yaşlanmayı sorguluyor.. uslanmaz bir kadın düşkünü yazar ve profesör olan kingsley'in her şeyini paylaştığı kadim dostunun ölümünü, onun karısıyla (bu arada karısını debbie harry canlandırıyor. blondie'nin debbie'si) buluşmasını, (bizim de buluşmamız), başından itibaren nasılsa bitecek diye, genç öğrencisi/sevgilisinin mezuniyet kutlamasına gitmeyişini, ayrılığını, sonradan aşık olduğunu kendisine itiraf edişini, iki sene sonra sevilisinin daha önceki ilişkilerinden alıştığı gibi, 'ben evlendim' diye değil, ben kanser oldum diye karşısına çıkışısını ve hayatının sessice altüst oluşunu seyrediyoruz. filmin temposu düşük değil ama genel olarak sakin bir film.. kingsley öyle bir oyuncu ki filmin sesini kısıp seyretseniz bile onun yüzündeki ifadelerden bütün hikayeyi okumanız mümkün. dolayısıyla bir filmi bazen gerçekten güçlü bir oyuncu kurtarabiliyor, hem de nasıl..

12 Eylül 2008 Cuma

melanie bonajo




bilenler bilir, capricious diye bir dergi vardır. diana scherer'i orada keşfedip daha sonra kadınlar isimli fotoğraf serisini 2'debir'de yayımlamıştım. fotoğrafa yakın olanların mutlaka takip etmesi gereken bir yayın. melanie bonajo işte bu derginin hem kreatif direktörü hem de yayın yönetmeni. (www.becapricious.com) bonajo aynı zamanda bir dj, (label'ının adı "music is my hobby) ama asıl harikulade bir fotoğrafçı. ifade sıkıntısı yaşadığı iddia edilen fotoğraf meselesine 1978 doğumlu, sonradan olma bu hollandalı'nın cevabı çok kuvvetli...

8 Eylül 2008 Pazartesi

canım sıkıntı sınırı


Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum.
Öylesine
bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.
Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını
benden geri
alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak
sunuyor.
Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç,
inancım
yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben.
Yere göğe
zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla
tanrının
yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun
ağırlığını.
Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve
düşünceler
yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir
eskiciden
satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım
her bir yana
dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.

Nilgün Marmara

7 Eylül 2008 Pazar

veera saila






Säilä's main media is photography however she keeps herself open to all kinds of visual media depending on the project.
Although her working methods vary, her art focuses on issues surrounding similar subject matter. The relationship with her body
has always been an important theme for her and she repeatedly puts herself both in front of and behind the camera. She
occasionally uses models, mainly females, to represent her personal issues. She is interested in pose and believes that how we
pose for the camera, is the same way we pose for society. The body is a stage in which we present ourselves to others and create
our performative gender; femininity and masculinity are questioned. All Säilä's works have a certain humour and playfulness and she enjoys confusing and challenging the viewer.

gang gang dance


bir müzik bu kadar mı yeni bir şeyler söyler; her lisandan anlar? haklarında söylenenlere bakılırsa, "evrenin g noktasını yakalamışlar. komplex, deneysel bir o kadar da melodik. keşfettiğim için pek bir memnunum doğrusu..yeni albümlerinin ismi "god's money" bu arada..

album: psapp: the camels back


acayip bir ikili psapp. galia durant ve carim clasman isimli özel insanlardan müteşekkil bir grup. birbirlerinden, birlikte müzik yapmaktan müthiş zevk aldıkları kesin.carim zaten akla zarar yetenekte bir yapımcı. tekniği kesinlikle "unique" ve de galia'nın değişken bünyesiyle harika uyum sağlıyor. kölnlü bu adam aynı zamanda mühendis ve de tam anlamıyla bir sound akrobatı. bu arada natacha atlas, einstürzende neubauten gibi isimlerle de çalışıyor.. yeni albümleri kesinlikle dinlemeye değer..

6 Eylül 2008 Cumartesi

istanbul'da şehir güzelleştirmeleri, yerleştirmeleri, yerleşememeleri..


galiba şu inek, böcek, ayakkabı yerleştirmeleriyle ilgili benim de hissiyatım ve söylemek istediklerim var: bir boşluğu örtmek kadar siz, hep yanlış yarılarda eksildiniz demek geldi içimden.. türk insanının boşluk doldurma, sessizliği gürültüye boğma, yanlızlığından korkma gibi temel içgüdüleriyle ortaya çıkan sanat eserimsi hareketler fena, epeyce fena.. meydanlar önce olsun, kendi başlarına olsunlar bir süre ne olur.. hele bizimkisi gibi meydan fakiri bir ülkede.. belki tek bir bank bir de ağaç olsun yanında mesela.. bu yaz geçtiğim yerlerde ve yörelerde fena heykeller gördüm meydanlarda; zorla iliştirilmiş, bu yetmiyormuş gibi ciddi hak sahibi olmaya niyetli dahası niyeti bozmuş şahlanan atlar, atın üstünde "psödo" kahramanlar; bir gün bir yerlerinden suların akıp fışkırıp serinleteceği vaadi taşıyan, lüzümsuz işlemeleli havuzumsu, fiskiyemsi "şeyler".. avrupanın püri pak ve de yeknesak, tertipli şehirciliğinin karşısına illa bir şey koyulacaksa, daha kaotik ve kendiliğinden dermeçatmalık olsa gam yemeyeceğim ama böylesi çok korkunç ve rahatsız bir şey..